Geçmişin modern bağları!
Yazar: Banu BozdemirJohann Wolfgang von Goethe tarafından 1774’te yazılan, Jose Lourenço tarafından yönetilen "Young Werther" / "Genç Werther’in Acıları", sorumsuz genç bir yazar olan Werther’in hayatına odaklı. Çağdaş bir anlatımla günümüzde geçmesine rağmen yazıldığı dönemin izini süren film, çoğu zaman romana sadık bir uyarlama olarak yansıyor. Üçlü ilişki mantığına dahil edilebilecek konusuyla film eski ve yeninin bir karması ve aynı zamanda karakterlerin davranışlarıyla çoğu zaman geçmişe yaslanan bir izlenimle karşımıza çıkıyor, bu asla itici değil, filme değişik bir katman katarken aynı zamanda onu mizahi ve şirin kılıyor!
Werther onu tanıdığımız dönem itibariyle çok ses getirmeyen bir yazar. Douglas Booth’un canlandırdığı Werther özgür ruhlu ve narsist bir kişilik olmasına rağmen, seyahat amaçlı geldiği Toronto’da Charlotte (Alison Pill) ile tanışıyor, tüm hayal gücünü ve kalbini neredeyse ona havale ediyor, ama Charlotte da onu ihmal eden iş odaklı avukat Albert (Patrick J. Adams) ile nişanlı. Werther’in gözü aşktan başka bir şey görmediği için bu çiftin hayatlarına dahil oluyor, ikisiyle de arkadaşlık yapıyor! Buraya kadar her şey klasik bir anlatı sınırlarında dolaşıyor, ama filmin iyi yaptığı bir şey var senaryosu iyi yazılmış. Karakterlerin geçmişleri, ilgi alanları uzun açıklayıcı diyaloglar yardımıyla bize ulaşsa da itici gelmiyor, aksine film büyük anları tolere etmeyi başarıyor, duygusal anları bastırıyor, sonuna dair bir şaşırtmaca yaratmayı dahi başarıyor, bu da filme klasik bir orijinallik katıyor. Her ne kadar yönetmen Jose Lourenço’nun başlamak konusunda isteksiz olduğu bir yolculuk akışı olsa da!
Baktığımızda bu romantizm ağırlıklı hikaye bağlılık ve aşkın sonuçları hakkında bir alt mesaj barındırıyor. Werther’in yeni heyecanı hemen yolunu bulan bir akış değil, aksine incitici ve karmaşık anlara gebe. Karşı taraf için de öyle! Charlotte; Werther ile iyi bir kimya yakalasa da kimi seveceğini, kendisi için hangi yolun daha akıcı olacağını yaşayarak öğrenir ki bu da romantik bir filmin seyirciyle doğrudan kuracağı bir deneyimin fitilini ateşleyebilir. Werther’in Charlotte’a bakış şekli, onun nişanlı olduğunu öğrendikten sonra bile değişmiyor, bu da iç ısıtan bir durum. Werther bir ilişkinin ortasında sıkılıp kalmış bir kadını kurtarmak için gelen bir kurtarıcı değil, aksine Albert iyi bir adam, ama kimya denen şey Werther ve Charlotte arasında oluşuyor. Bu da hikayeyi canlı tutan bir platforma dönüşüyor. Kapanış sahnesi sempatik olan film, aşk ve hayatın kasvetli heybetinden, tanıştığımız ve aşık olduğumuz kişilerin etkisiyle tanımlanıp tamamlandığımız bir işbirliğine dönüştüğü bir hikaye anlatıyor. Nihilist bir hikayeyi canlı, neşeli bir bakış açısına dönüştürmenin avantajıyla seyircinin gönlünü kazanıyor.
Eski bir metin var karşımızda; film modern bir uyarlama geleneğini takip ediyor ve oyuncular nasıl bir rol üstlendiklerinin farkında. Booth ana karakterin hakkını veriyor, dürtüleriyle hareket eden içten ve nazik bir adam o yüzden onu benimsemek kolay oluyor. Pill biraz da filmin bıçak sırtı durumunda, iki adam arasında seçim yapması gerekir ki bu anlar yoğun bir duygusallık içeriyor. O da bu yoğun sürecin üstesinden özenle gelmeyi başarıyor. Patrick J. Adams diğer iki oyuncu kadar yoğun bir şekilde karşımıza çıkmıyor, biraz geri planda ve sönük kalıyor ama filmin son sahneleri onun şahlanışına eşlik ediyor.
İlk uzun metrajını kendi yazdığı senaryoyla ortaya koyan Jose Lourenço, 1800’lerin romantik komedisinden dengeli, modern bir uyarlama çıkarmayı başarıyor, filmin duygusu çok uçarı hatta şapşalca başlarken, ilerledikçe yürek burkan, geren ve kapsayıcı bir dünyaya dönüşüyor. Bu filmden mükemmellik beklemek hata olur, ama 2000’lerin romantik komedilerini seviyorsanız bu film o sularda geziniyor diyebilirim, en iyisi keyifli anların toplamına bırakmak kendinizi!
Banu BOZDEMİR