Tron: Ares
BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
2,5
Geçer
Tron: Ares

Tron: Ares ile Dijital Mitolojinin Çöküşü

Yazar: Tuğçe Madayanti Şen

1982 yapımı "Tron", henüz “metaverse” kavramı doğmamışken dijital bir evren yaratma cesareti göstermişti. Bugün dijital kültür tarihçileri, bu filmin yalnızca bir bilimkurgu olarak değil, dijital inanç sistemlerinin erken ve kurucu bir sinemasal formu olarak okunması gerektiğini söylüyor. Çünkü "Tron", modern teknolojiyi bir mitolojik düzen gibi kurmuştu. The Grid’de “Kullanıcılar” (Users) tanrısal figürlerdir; programlar onların adına yaşar, emirlerini kutsal metin gibi tekrarlar. “Kullanıcıya övgü olsun!” diye yapılan ayinler, dijital bir dindarlığın göstergesidir. MCP (Master Control Program) ise bu inanç düzenini tekeline almış, kendini ilahlaştırmış bir sahte tanrıdır. Tron karakteri, bu totaliter düzene karşı bir mesihtir. Bu çerçevede "Tron", Amerikalı mitolojist, yazar Joseph Campbell’in tanımladığı “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu”nun dijital çağdaki yansımasıdır; sıradan dünyadan çağrıyı alıp bilinmeyene geçen, sınavlardan geçip aydınlanmayla geri dönen klasik mitik yapının, bilgisayar ekranı arkasındaki versiyonu. Kevin Flynn (Jeff Bridges), sıradan dünyadan (gerçeklikten) çağrı alır, özel bir dünyaya (The Grid) girer, sınavlardan geçer, müttefikler (Tron, Yori) edinir, düşmanlarla (Sark, MCP) savaşır ve “aydınlanma”yı (ENCOM’daki yolsuzluk kanıtları) getirerek geri döner. 2010’daki "Tron: Legacy"de oğul Sam Flynn, bu yapının yeni temsilcisidir. Ancak "Tron: Ares", bu mitsel döngüyü bir kez daha kurmaya çalışırken, anlamın yerini tekrarın aldığı, derinliğini yitirmiş bir formül haline gelmiş.

Disney

Hem Kurtarıcı Hem Hapishane

Paradoks, "Tron" mitolojisinin kalbinde yatar: The Grid, özgürlük ile kontrol arasındaki sınırın ta kendisidir. "Tron"un dijital evreni, aslında Platon’un Mağara Alegorisi’nin modern bir yorumudur. Mağarada insanlar, hakikatin kendisini değil, yalnızca duvara yansıyan gölgeleri görür; yani gerçekliği eksik ve sınırlı biçimde deneyimlerler. "Tron"da programlar da aynı durumdadır: Onların “gerçekliği”, yalnızca kullanıcıların (Users) dünyasının bir yansımasından ibarettir. Kevin Flynn, mağaradan çıkıp hakikati gören, sonra geri dönüp diğerlerine anlatmaya çalışan filozof figürüdür. Onun eylemi, bilginin ve özgürlüğün yalnızca gözlemle değil, paylaşım ve eylemle mümkün olabileceğini gösterir. Aynı zamanda "Tron", Frankfurt Okulu’nun teknoloji eleştirisini sinemaya taşır. Adorno ve Horkheimer’ın Aydınlanmanın Diyalektiği’nde belirttiği gibi, akıl ve teknoloji insanı özgürleştirmek için kullanılacağı yerde, araçsallaştıkça yeni bir tahakküm biçimine dönüşür. ENCOM’un MCP üzerinden kurduğu mutlak kontrol, bu düşüncenin görsel karşılığıdır: Sistem, bireye kendi özgürlüğünü kullandırmaz; onu veriye ve programa indirger. Flynn’in isyanı bu yüzden sadece bir macera değil, teknolojik tahakküme karşı felsefi bir direniştir. Oysa "Tron: Ares", bu derin çatışmayı “kalıcılık kodu” peşinde koşan CEO’ların sığ bir yarışına indirger. Bir zamanlar sinema tarihinde devrimci bir mit olan şey, bugün bir pazarlama alegorisine dönüşmüştür.

Müziğin Evrimi

"Tron" evreninin sürekliliği yalnızca görsel değil, işitsel bir mitolojiye dayanır. Müziğin "Tron" dünyasındaki rolü, teknolojiyi duygusallaştırmak, kodu insanlaştırmaktır. 1982’deki filmde Wendy Carlos, Bach’ın form disiplinini Moog synthesizer’larla birleştirerek elektronik müziğin kutsal sentezini yaratmıştı. Bu, insan yapımı ile makine yapımının ilk kez sinemada “birleştiği” andı. Onun müziği, The Grid’in “eskiyle yeni” arasındaki arayışını ses haline getirmişti. 2010’da Daft Punk, "Tron: Legacy"de yalnızca besteci değil, mitin canlı parçası oldular. DJ seti yapan iki program olarak filmde görünmeleri, dijital ve insani kimliklerin kaynaşmasını somutlaştırıyordu. “Son of Flynn” gibi parçalar, baba-oğul ilişkisini melodik bir miras gibi taşımıştı. Serinin bu son filminde Nine Inch Nails’in müziği, filmdeki CEO’ların ve yapay zekaların soğuk, mekanik dünyasını adeta bir sesli karakter gibi temsil ediyor. Filmden önce piyasaya sürülen "Tron: Ares" müzikleri , “Forked Reality”, “Daemonize”, “Shadow Over Me”, potansiyel olarak karanlık bir bilinç haritası sunuyor. Ancak ne yazık ki, müzik anlatıyı taşımıyor; boşluğu maskeliyor. Trent Reznor & Atticus Ross’tan, endüstriyel melankoliyi, yani insanlığın makineyle birleşirken kaybolan ruhunu temsil eden bir soundtrack beklerdim. Halbuki Reznor’un müziği, "The Social Network"te zekayı, "Gone Girl"de manipülasyonu, "Watchmen"de distopyayı güçlü şekilde taşıyordu. "Ares"te ise taşıyacak bir fikir kalmadığı için, o karakteristik gerginlik güzel ama anlamsız halde kalıyor. Kısacası müzik harika, ama filmde besleyecek bir ruh yok; endüstriyel tınılar boş bir odada yankılanıyor gibi.

Işık İfadesizleştiğinde, Anlam da Yiter

"Tron: Ares", çağın merkezindeki büyük soruların yanından bile geçemiyor. Film, “yapay zeka fiziksel dünyaya girerse ne olur?” gibi varoluşsal bir soruyla başlıyor; ancak bunu kısa sürede bir CEO rekabetine, bir “ürün lansmanı”na indiriyor. Bugün "Ex Machina", "Her" veya "Blade Runner 2049" gibi filmler, “yapay varlık” temasını insani duygular, etik ve bilinç üzerinden tartarken, "Tron: Ares" yalnızca “ben üstünüm” diyen bir robotun basit tiradına sıkışıyor. Nostaljiye saplanma hali ise serinin en büyük krizi. Işık diskleri, motosikletler, Grid formu… Tüm bu ikonik ögeler artık birer fan servisine dönüşmüş durumda. 1982’de mit yaratımı olan unsurlar, 2025’te bir ürün kimliğine evrilmiş. Ve belki de en önemlisi: Orijinal "Tron", ENCOM üzerinden şirketlerin tekno-otoriterliğini eleştirirken, "Ares" bu eleştiriyi içererek tüketiyor. Film, eleştirdiği 'ürün lansmanı' mantığının ta kendisine dönüşüyor. Yani mit, kapitalist meta döngüsü tarafından özümsenmiş ve etkisizleştirilmiş durumda.

Kısacası; "Tron"un mitolojisi, insan ile makine arasındaki uçurumun üzerine bir köprü kurmuştu. “Işık” sadece bir görsel efekt değil; bilincin, farkındalığın, umut ve direnişin sembolüydü. "Ares"te bu ışık hala yanıyor, ama artık hiçbir şeyi aydınlatmıyor. Disney, seriyi sürdürüp sürdürmeme konusunda bir karar vermeli. Eğer "Tron" yeniden doğacaksa, bu ancak “kodun ötesine bakarak”, yani insanın ruhsal, etik ve varoluşsal sorularına yeniden dönerse mümkün olacak. Çünkü gerçek mitoloji, nostaljik bir hatıra değil, insanı geleceğe taşıyan canlı bir inançtır. "Tron: Ares" ise bu inancı bir ürün kataloğuna dönüştürerek onu öldürüyor.

Tuğçe MADAYANTİ ŞEN

Daha Fazlasını Göster