Hesabım
    Ateşin Düştüğü Yer
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Ateşin Düştüğü Yer
    Yazar: Ali Erden

    İsmail Güneş'ten çarpıcı bir film. Hem hikâye kurgusu hem de sinema estetiği açısından. 1961 doğumlu Samsunlu yönetmen Güneş'in sinema macerası, 1986 yılında, Mehmet Aslantug ve Fikret Hakan'ın başrolü paylaştığı "Gün Doğmadan" filmiyle başladı. 1999 yılında gazeteci-yazar Ömer Lütfi Mete'nin senaryosuyla 12 Eylül'e baktı "Gülün Bittiği Yer" filmiyle. İslami sinemanın içinde yer alan Güneş, 2005 yılında "The İmam" filmini yaptı. Öfkeli yönetmen diye de anılan Güneş, "Beyaz Sinema" denilen İslamcı sinema akımının içinde. Bu kavram, gazeteci-yazar Abdurrahman Şen'in önerdiği, dini ve manevi yönleri öne çıkaran sinemacılar tarafından da benimsenmiş bir akım. Aslında sinemamızdaki halihazırdaki tek akım bu. Bu açıdan incelenmeye değer. 2012 yapımı "Ateşin Düştüğü Yer", namus cinayetine öfkeli diye anılan yönetmenin sakince bakışının filmi. Bu filmde her şey ölçülü yansıyor. Duyguların yoğunlaşmasında bile. Filmin kurgusu, kamera hareketleri, plan-çekim uzunlukları tam anlamıyla sinemanın ruhunu perdede yaratıyor. Her şey ne bir eksik ne bir fazla. Filmdeki simgeler bile... "Ateşin Düştüğü Yer", yönetmenin başyapıtı olabilir. Elbette tüm bunlarda oyunculuk performanslarının da katkısı var. Abartısız, alabildiğine sade ve sinema için umut verici bu oyunculuklar var filmde. En önemli şeylerden biri melodramın da ölçülü yansıması. Öncelikle bizdeki muhafazakâr sinemacılar, alabildiğine ipinden boşalmış bir melodramla perdeyi kuşatırlardı. Kamera kullanımları, kurgu ve mekân yansıyışları özensizdi. Kurgusal ve görsel anlamda işin içinden çıkamadıklarında duygulardan vururlardı hep. Güneş'in filminde bir tek sahnede gözleriniz doluyor, o da kendiliğinden oluyor. Ayrıca bu filmin diyaloglarının da abartısız olduğunu belirtelim.

    Film, Elazığlı yoksul bir aileyi anlatıyor. Elazığ'dan Fethiye'ye göçmüş aile, portakal bahçelerinde bekçilik yapıyorlar. Filmin girişi çok etkileyici. Güzel güneşli günde anne Hatice (Yeşim Ceren Bozoğlu) çamaşırları yıkarken saralı baba Osman da (Hakan Karahan) eve badana yapıyor. Osman'ın en büyük düşlerinden biri oğlunun olması. Yeniden hamile kalmış karısının oğlan doğurmasını umut ediyor. Büyük kızı Ayşe (Elifcan Ongurlar), küçük kız kardeşini salıncakta salladıktan sonra elinde çamaşır leğeniyle eve giriyor. "Steadicam" bir kamera, hiç kesme yapmadan belki beş dakika Ayşe'yi takip ediyor. İçeride dolaşan Ayşe, sakladığı genç bir adamın, Deniz'in fotoğrafına özlemle bakıyor, midesi bulanıyor, bayılacak gibi oluyor ve peşindeki kamerayla dışarı çıkıyor ve ardından da bayılıyor. O boşlukta Ayşe'nin zihninden düşen görüntüler de yine tek çekimle yansıyor perdeye. Eşyaları toplanmış aynı bahçe evinde içinde su olan boş beşik, bir fotoğraf ve pencere duran kum saati fark ediliyor. Tüm bu simgesel görüntülerin anlamı final bölümünde anlamlaşıyor. Hastaneye kalırılan Ayşe'nin hamile olduğu anlaşılıyor. Ardından her şey değişiyor. Ayşe, kimden hamile olduğunu söylemiyor ailesine. Ardından, aile meclisi kuruluyor karar vermek için. Elazığ'dan kırmızı yabancı marka arabasıyla gelen amca Ali kararı veriyor. Amca Ali (Oğuzhan Şekeroğlu), yeğen Osman'dan bir hayli genç. Göreneklere göre karar veriliyor: Namus cinayeti... Kırmızı otomobille Osman ve kızı Konya'ya doğru yola çıkıyorlar. Osman, kızını yolda zehirleyerek öldürmeyi planlıyor. Bu yavaş bir ölüm. Yolda, kızı zehirli suyu içerken Osman kızının sıcaklığını ve şefkatini yakından hissediyor. Kızını kurtarmak için verdiği son çabalar insanı gerçekten etkiliyor. Final bölümü filmin özel anlarından.

    Senaryosu çok iyi olan bu görselliği çarpıcı filmde karakterlerin gözlemci, ama önyargısız bir bakışla yansıması heyecan verici. Anadolu'yu az çok bilenler bu kültürle yoğrulmuş insanların böyle olduğunu fark ediyorlar. Coğrafyalar farklı olsa da kültürel yakınlıklardan o insanlar size hiç yabancı gelmiyor. Bu insanlar güzel Hatay'dan olsalardı yine pek bir şey değişmezdi. Baba Osman Çukurova ruhu da taşıyor. Ege'nin dağlık köylerinden birinden de olabilirdi. Yönetmen, Anadolu'yu ve insanlarını derinlikli gözlemlemiş bir yönetmen. Anne Hatice, patron Demir (Serhan Süsler) ve Hüseyin de (Abdullah Şekeroğlu) buna dahil. Hatta karavanlı Alman turistler bile. Bir övgü de Ayşe'yi canlandıran genç Elifcan Ongurlar'a. Ongurlar, 1993 doğumlu. "Ateşin Düştüğü Yer" filmi için birçok aday arasından seçilmiş. Ongurlar, İzmirli bir milli tenisçi. Tenisi sevmemize rağmen adını atlamışızdır bu genç oyuncunun. Güneş'in en iyi işlerinden biri de, bu genç oyuncuyu sinemamıza kazandırması. Filmin en özel anları, baba-kızın yolculuklarıydı. Bir yol filmine dönüşen bu yapıtta küçük ayrıntılar ve görsellikler de insanı etkiliyor. Beş milyon 400 bin yaşındaki Akdeniz'in sinemaskop perdede ihtişamlı görüntüleri, dünyanın bir armağanı Toros Dağları'nın dört mevsimi birden yaşatması muhteşem. Aslında tüm bunlara anlamlar yükleyebilirsiniz insan ruhunu düşünerek. Ailenin yaşadığı bahçe evi de özel. Böyle evlerden çok gördük. Genelde böyleydiler. Yönetmen küçücük bir şeyi derinlikte gösteriyor. O da, bir zamanların Delta marka radyosu. Bir zamanlar, Anadolu'da gözde radyoydu bu. Hatta evimizin ilk radyosuydu... Yönetmenin kamerasına da övgü göndermeli. Özelikle filmin başındaki çekimler sinemamızdan bir armağan. Filmin kurgusu da etkiliyor. İçeriğinde katılmadığınız yerler olabilir. Kendi adımıza, yönetmenin sıcaklığını aldık. Fonda duyulan tınılar da ruha iyi geliyor. Bu film görülmeli.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top