Hesabım
    Keskin Nişancı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Keskin Nişancı

    Bir filme karşı olmak!

    Yazar: Ali Ulvi Uyanık

    Chris Kyle ile ilgili haberleri daha önce okumamışsanız, bu yazı 'sürpriz bozanlar' içerebilir.

    "Keskin Nişancı"yı (American Sniper) seyrederken içimde giderek yükselen bir kızgınlık hissettim. Bir kaç nedenle. Öncelikle, yaşayan tartışmasız en büyük yönetmenlerden, ilham verici sinema adamı, duyarlı yüreklerin bestecisi, neredeyse her filmini gözyaşları içinde seyrettiğim Clint Eastwood'un, başlarda Steven Spielberg, David O.Russell isimleri etrafında dönen bu projeyi kabul etmesiydi. O Eastwood ki, 2.Dünya Savaşı'nın Pasifik cephesindeki bir adada yaşanan muharebeye, savaşan iki taraftan da bakan iki film çekerek bir ilki gerçekleştirmişti. "Atalarımızın Bayrakları" (Flags of Our Fathers) ve "Iwo Jima'dan Mektuplar" (Letters from Iwo Jima) şu sözlerinin izini sürüyordu: “İzleyerek büyüdüğüm savaş filmlerinin çoğunda, iyi adamlar ve kötü adamlar vardı... Hayat böyle değil, savaş böyle değil. Bu filmler kazanmak ya da kaybetmekle ilgili değil. Savaşın insanlar üzerindeki etkileri ve erken yaşta hayatlarını kaybedenlerle ilgili.”

    ABD savaş tarihinin en ölümcül keskin nişancısı olan, sadece nokta atışla, arkadaşları için tehlike oluşturan en az 160 erkeği, kadını,çocuğu öldüren, bol madalyalı Chris Kyle'ın (1974-2013) otobiyografik kitabından uyarlanan film de, onun savaşta görevini nasıl ifa ettiğini, sonrasındaki ruhsal sarsıntılarını, ailesiyle olan çalkantılı ilişkilerini ve zorlu toparlanma sürecini öykülüyor. Eastwood'un sözlerini yinelersek, "savaşın bu insan üzerindeki etkilerine ve erken yaşlarda yaşamlarını yitiren askerlere" odaklanıyor. Ancak...Söz konusu olan, Dünya nüfusunu % 3,17 ila % 4 arasında azalttığı hesaplanan 2. Dünya Savaşı'nı kazanıp bitirmek için çarpışanlar değil, 11 Eylül saldırıları bahane edilerek işgal edilen Irak'taki Amerikan askerleri! Aynen Vietnam gibi.

    Donanma SEAL komandosu Kyle, seçimini yapıyor. Teksas'tan binlerce kilometre uzaktaki Irak'a gelerek arkadaşlarını koruyor. Döndükten sonra ruh hekimine söylediği şu cümle önemli: "Sorun şu ki, kurtulamayanlar (kurtaramadıkları) için kötü hissediyorum!" Oysa, Ortadoğu gibi acılar içinde kavrulan halkların piyon olarak kullanıldığı bir oyun tahtasının yanı başındaki bir ülkede yaşayan bizler  öyle düşünmüyoruz! "Hiç gelmemeliydiniz" diyoruz! Bazı okurları duyar gibi oluyorum: "Filmin stiline, artistik, dramatik yapısına eğil!"

    "Keskin Nişancı"nın, örneğin Jean-Jacques Annaud'nun "Kapıdaki Düşman"a benzer (Enemy at the Gates) keskin nişancı rekabetinden dem vurabiliriz. Fas'ta çekilmiş çatışma sahnelerinin gerçekliğinden bahsedebiliriz. Eastwood'un hikaye anlatma yetkinliğinden kuşku duyan olmadığına göre, parlak cümleler kurabiliriz. Bradley Cooper'ın karakteri 'giyinmedeki' başarısından söz edebiliriz. Ama sorun şu ki, biz bu filme bir ABD vatandaşının baktığı gibi bakamayız. En azından ben öyle bakamıyorum.

    Peki, böyle mi olmalı? Bir sinema yazarı karşısına gelen sanat yapıtını, yaşadığı coğrafyanın gerçeklerinden ve inandığı evrensel insan haklarından ayırarak eleştirebilir mi? Ayırırsa, bu ahlaki olur mu? Silahlanmayı kültürünün bir parçası haline getirmiş, ortalamaABD vatandaşının kaygısızca yaşaması ve fütursuzca tüketmesi adına, baskıcı yönetim altında zaten yeterince ezilen bir halkın topraklarını işgal eden ordunun bir keskin nişancısını 'kahraman' olarak değerlendirebilir mi?

    En önemli nokta şu: Bu filmle karşı karşıyayız da...Çapraz biçimde karşı karşıyayız. "Keskin Nişancı"nın hitap ettiği kitle, Kyle'ı ulusal kahramanları olarak gören, cenazesinde yolları dolduran ABD halkı! Benim karşımda ise Ortadoğu'nun dramatik tarihi ve gerçekleri duruyor. Film, benimle Irak işgalini tartışmıyor. İşgal sonrasından bir gerçek hikaye anlatıyor. Ben ise filmin çerçevesi içine giremiyorum zaten!

    Burada yazıyı keserek, muhteşem belgeselci Michael Moore'un "Benim Cici Silahım"la (Bowling for Columbine) kazandığı ödülü almak için çıktığı sahnede, Irak işgalinin hemen öncesinde yapılan o Oscar törenindeki (2003) tarihi protestosunu anımsatmak istiyorum. Moore (diğer adayları da sahneye davet ediyor): "Diğer belgesel adaylarını da sahneye davet ettim çünkü biz kurgudan hoşlanmayız. Kurgu olmayan eserleri severiz ama kurgulu bir devirde yaşıyoruz. Kurgulanmış seçim sonuçlarının kurgulanmış başkanı seçtiği bir devir. Kurgusal nedenler öne sürerek bizi savaşa sürükleyen bir adamın zamanında... İster koli bandı kurgusu olsun bu, ister turuncu alarmların kurgusu...Bizler bu savaşa karşıyız Bay Bush! Utanın bay Bush, utanın (yuhalamalar ve alkışlar birbirine karışıyor)!"

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top