Hesabım
    The Florida Project
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    5,0
    Kusursuz!
    The Florida Project

    Amerika'nın şanssız çocukları..

    Yazar: Oktay Ege Kozak

    Genç yönetmen Sean Baker, toplumun genelde umursamadığı veya hor gördüğü marjinalize edilmiş kişiliklerin yaşamlarını olabildiğince gerçekçi ve çığ göstererek bu yaşamlardan muazzam bir güzellik ve insanlık çıkarmayı başaran bir isim. iPhone ile çektiği Tangerine, Los Angeles’ın trans fahişe gruplarını inceleyen, yakaladığı gerçekçilikle hem yerinde güldüren, hem de gerekli olduğunda her seyircinin bu karakterlerle kişisel bir bağlantı kurabileceği bir insani sıcaklık yakalamıştı. Baker’ın ana rollerde profesyonel olmayan, yakalamaya çalıştığı yaşamla direkt bağlantısı olan oyuncuları kullanması, kendini belli bir konu şablonuna bağlamadan bu karakterlerin yaşamlarını belgesel-drama stiliyle takip ettiği hikaye yaklaşımı ve kullandığı gerçekçi teknik yapısı İtalyan neorealizmi ile karşılaştırılacaktır.

    Baker’ın yeni filmi ve kariyerinin şimdiye kadarki ilk şaheseri olan The Florida Project ise jenerasyonunun Vittorio De Sica'sı olacağını müjdeliyor gibi. Baker, Amerika’nın parlak, zengin, şaşalı mekanlarının hemen yakınında oluşan fakirliğe odaklanan bir isim. Amerika gibi gelir eşitsizliğinin astronomik durumlara geldiği bir ülkede, bir yanda zenginlik ve gösterişçilik dolu Hollywood havası alırken iki adım ötede hazin fakirlikle karşılaşmak mümkün. Tangerine’in hikayesi, her yıl milyonlarca turist gören Hollywood Bulvarı’nın iki blok ötesinde geçiyordu. The Florida Project ise ‘rüyaların gerçek olduğu’ Disneyworld’ün yakınında, bir motelde yaşayan sorumsuz bir genç anne olan Halley (Bria Vinaite) ve altı yaşındaki disiplinsiz kızı Monee’nin (Brooklyn Prince) evsizlikten bir adım uzaklıktaki günbegün yaşam çabalarına odaklanıyor.

    Halley, her ne kadar kaba ve partici bir kişilik olsa da kızına bakmak için elinden geleni yapıyor, sokakta çalıntı parfüm satmaktan, filmin sonlarına doğru verdiği bazı trajik kararlara kadar. Fakat filmin odak noktası ve bu yapımı diğer ultra gerçekçi fakirlik dramlarından muazzam bir biçimde ayıran özelliği, hikayenin Monee’nin bakış açısından aktarılması. The Florida Project ile Baker, çocukların ve içlerindeki masumiyetin gerçek hayatın sertliğine karşı ne kadar güçlü olabildiğini neredeyse şiirimsi bir zarafet ile gösteriyor. Monee’nin etrafındaki yetişkin yaşam ne kadar hazin ve fakir olsa da aynı durumdaki arkadaşları ile bu kasvetli moteli kendilerine özgün macera dolu bir kaleye dönüştürüyorlar, bir kilometre ötede Disneyworld’e gidecek paraları olan çocuklar oranın çekici ve renkli kalesinde oynarken.

    Evet, The Florida Project belli bir konudan yoksun ve biraz epizodik bir yapıya sahip, fakat bu epizodik yapının kendisi bu karakterlerin yaşamlarına girebilmemize olanak kılıyor. Her sahneden belli bir his çıkarmak, filmi tamamen bir drama veya komedi şablonuna oturtmaya çalışmak yerine Baker, karakterlerin organik bir biçimde sahnelerin komedisine ve dramına olanak kılmalarını sağlıyor. Daha tradisyönel bir yönetmen, bu kadar fakir bir yaşamdan daha ağır bir melodram çıkarıp gerçekçiliğini yok edebilirdi. Fakat diğer yandan Monee’nin şımarıklığını ve enerjisi her ne kadar komik anlar yaratsa da, etrafındaki finansal çelişkiyi olduğu gibi göstermekten çekinmiyor Baker. Olaylar hep Monee’nin gözlerinden aktarıldığı için ağır dramatik seçimler birer oyun gibi gösteriliyor, tabi ki aynı anda trajik ve iç canladıran finale gelene kadar. The Florida Project, sinemanın romantizminden olabildiğince uzak duran bir film, fakat son 30 saniyesinde oluşan tek romantik seçiminin hüngür hüngür ağlatmasının sebebi, Baker’ın o anı hak etmesinde saklı.

    Çocukların doğal performansları filmin ruhuna mükemmel bir biçimde uyuyor. Otelin sert ama şefkatli yöneticisini canladıran Willem Dafoe, etkileyici kariyerinin en içten performanslarından birini yaratıyor. Filmin yaşam ve renk dolu harika görüntü yönetimi hikayenin ağırlığına karşı iyi bir balans yakalıyor. Monee ve Halley’nin çirkef ve kaba davranışları bazı seyirciyi yorabilir ve bu durum karakterleri umursamamalarını sağlayabilir. Fakat eski usül neorealizmi, yeni usül genç sinema ile bağlaştıran bir film arayan sinemaseveri memnun edecektir.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top