Hesabım
    Av
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Av

    Ya avsın, ya avcı bu hayatta!

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Yerli filmler arasında tür sineması kovalayanları bu günlerde keyifli vizyon haftaları bekliyor. Gerek korku sineması, gerek tarihi film olsun yerli yapımlar pandemi sonrası bir bir salonları sükûn ederken distopik bir bilimkurgunun hemen arkasından şimdi de gerilim türünde bir av-avcı kovalamacası beyaz perdeye teşrif ediyor: Emre Akay imzalı Av bu hafta sinemalarda.

    Yurt dışında gezdiği tematik festivallerden sonra Türkiye prömiyerini geçtiğimiz aylarda 40. İstanbul Film Festivali’nde yapan Av, yerli sinemamızda örneğine nadiren rastladığımız bir yapım. Çünkü karşımızda gerilim türüne yedirilen mücadeleci bir kadın hikayesi var. Üstelik namus temizlemek uğruna 4 erkeğin dağ bayır, köşe bucak gezerek aradığı bir kadın bu Ayşe. Kelimenin tam anlamıyla bir “survivor” olan Ayşe’nin ‘suçu’ ise evlendirildiği adamla birlikte olmak istememesi, hatta bir sevgilisi olması ve hatta kendi istediği gibi yaşamak istemesi. Yani Anadolu taşrasında kendi ölüm fermanını hazırlamışsın Ayşe’cim, tam da yardım istediğin kız arkadaşının ve ablanın sana dediği gibi, kendin kaşınmışsın! (İroniden anlayan nesil umarım hala buralardadır).

    Emre Akay, henüz 5. dakika itibaren yükselen tempo ile seyirciyi filmin evrenine çekmeyi başarıyor. Ufak ufak kırıntılar halinde verdiği ipuçlarını birleştirerek Ayşe’nin neden ve nasıl bir anda ava dönüştüğünü anlıyoruz ve tabii canını kurtarmak için sürekli kaçan Ayşe ile özdeşlik kurmamız çok da zor olmuyor. Bu anlamda, üzerine uzun zaman kafa yorulduğunu öğrendiğimiz senaryonun omurgası iyi kurulmuş. Hele ki adını verdiği İstanbul Sözleşmesi’nden “Bu kadar hak kadınlara çok fazla!” diyerek çıkılan bir ülkede, bir kadının peşinde onu öldürmek için kovalayan 4 erkek varsa, başkaraktere kilitlenmek çok da zor olmuyor. Öte yandan Ayşe’nin hayatta kalma güdüsü ve becerisi o kadar yüksek ki ‘avın’ kademeli biçimde ‘avcıya’ dönüşünü gerçekten keyifle seyrediyoruz. Onu öldürmeye gelmiş sözde erkeklerden çok daha zeki, güçlü ve dayanıklı bir kadın Ayşe. Devlet, baba veya koca; her türlü eril otoriteyi reddederek kaçıyor, toparlanıyor ve saflarını yeniden sıklaştırıyor ve geri saldırıyor. Ayşe’nin onlarca yarasına rağmen kaçmaya devam etmesi/edebilmesi adrenalin patlaması ile açıklanabilir; öte yandan o kadar iyi kaçıyor ki bir noktadan sonra gerçeküstü bir orman masalına dönüyor sanki bu kaçış.

    Bu noktada yönetmen Akay ve ekibinin mekanları iyi kullandığını, yerinde bir ön hazırlık yaptığını ifade etmek gerek. Filmin büyük yüzdesini oluşturan bu orman kovalamaca sahneleri doğru mekan seçimleri ile birlikte (örneğin Kocaini Mağarası) mağdur kadını korumak kollamak için ona kucak açan doğanın da başlı başına bir karakter olarak önümüze çıkmasına olanak veriyor.

    Başrole kamera önünde henüz tanınmayan bir yüz olarak Billur Melis Koç’u yerleştiriyor yönetmen. Aslında seramik sanatçılığından ve kamera arkasında sanat yönetiminden gelen Koç, Ayşe karakteri için oldukça yerinde bir seçim. Tür sinemasında ‘no name’ tabir edilen az tanınan ya da tanınmamış oyuncularla çalışmak merak duygusunu körüklediğinden dolayı ekseriyetle filme artı değer katar. Bu açıdan bakıldığında filmin tümünü katıksız biçimde sırtlayan Billur Melis Koç’un Ayşe karakterine cuk oturduğunu, hatta onu yaşayarak canlandırdığını ifade etmek gerek. Hiç düşmeyen tempoda, bitmez gibi görünen gücüne rağmen karakterin bazı anlar düştüğü umutsuzluk dahi oldukça insani ve dolayısıyla gerçekçi.

    Teknik açıdan doğayı da bir ana karakter gibi görselleştiren filmde, drone çekimlerinin biraz fazla serpiştirilmiş olması göze batıyor. Sanki yukarıdan bakan bizlere hikayeyi anlatmak için değil de aralara dolgu malzemesi olsun diye atılmış bazı fazlalıklar dışında Olcay Oğuz’un görüntü yönetimi tatmin edici. Özellikle finale doğru gelen bekleme salonu/lokanta sahnesindeki çarpıcı renk tercihi, seyirciye tür sineması izlettiğini bir kez daha hatırlatıyor. Akay’ın 2008’de gösterime giren ve şanslı biraz azınlığın seyredebildiği “Bir Tuğra Kaftancıoğlu” filminde de görsellik açısından aldığı övgüler halen internetin tozlu sayfalarında gizli bir efsaneymişçesine salınıyor… Son olarak sınırlı diyalogları arasına oturtulan müzik kullanımı ve iyi ses kurgusu da temponun yavaşladığı anlarda, gerilimi yüksek tutmayı başarıyor.

    Özetle, yurt dışında gösterildiği festivallerden de övgü alan ve yerli sinemamıza gerilim kovalamacası açısından başarılı bir örnek hediye eden bir film AV. Emre Akay biçim denerken elini korkak alıştırmamış ve kadın karakter yaratırken, kadınların damarına basmadan onları gerçekten iyi anlamaya çalışan bir iş ortaya koymuş. “Sinema benim!” diyen altın ayılı, aslanlı, kaplanlı, hatta palmiyeli pek çok eril sinemacımızın aksine. Vizyonda farklı bir anlatım seyretmek isteyenlere Av filmi tavsiye olunur.

    Son söz; babanın dediğini boş ver, iyi ki erkek doğmamışsın Ayşe!

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top