MAHSUN KIRMIZIGÜL BU FİLMİYLE DİĞER FİLMLERİNİN GERİSİNDE KALDI ORTALAMA BİR FİLM
Filmin konusu
Erkeklerini savaşta kaybetmiş bir Osmanlı köyünün erkeksizlikten deliye dönmüş ama bakire ama dul, ama güzel ama çirkin, ama şişman ama değil onlarca evde kalmış kadını “erkek, erkek” diye yanıp tutuşmaktadır.
Derken, bizzat devlet eliyle amele pazarından seçilen 5 civan(!) bu erkeksiz köydeki biçare kadınlara doğru yola koyulur. Bir yol hikayesi mi acaba bu yanıyla? Her neyse, coğrafi güzellikler sergileme imkanı buluyor bu yolculuk esnasında film.
İşe bakınız ki, üçer dörder “karı” düşecektir yolun sonunda bu civanlara. Ve yönetmen her bir karı bolluğundaki ilk gece macerasını ve kadınların “ay kocamız”, “aman beyimiz”, “ohş ağamız” yaltaklanmalarını güle oynaya gösterecektir seyirciye. “Padişahım çok yaşa!” naraları eşliğinde.
Filmin tanıtım röportajlarında her ne kadar Yeşilçam’ı, Tosun Paşa, Şekerpare, Yedi Kocalı Hürmüz gibi efsanevi yerli komedileri referans gösterseler de, konjonktürel ecdad modasından prim yapmaya çalışan kurnaz ve karikatürize bir atmosfer hâkim filme.
Mahsun Kırmızıgül, şaşırtıcı bir şekilde ‘seks komedisi’ yapmaya girişiyor ‘Vezir Parmağı’nda. Ama ne kadar yerleşik cinsiyetçi kalıp varsa birbiri ardına sıralayarak…
Filmlerini beğenelim ya da beğenmeyelim Mahsun Kırmızıgül, 2007’de “Beyaz Melek” ile başladığı yönetmenlik kariyerinde, beşinci filmle seyircinin karşısına çıkarken kendisine bir alan yaratmayı başardı. “Güneşi Gördüm”, “New York’ta Beş Minare” ve “Mucize”nin ardından bu kez “Vezir Parmağı” ile karşımızda olan Kırmızıgül’ün sinema maharetleri açısından ileriye gittiği söylemek zor ama seyirci her filmini taltif etti ve yönetmeni cesaretlendirdi.
Bu cesaretten hareket etmiş olacak ki, “Vezir Parmağı” gibi neresinden tutsak elimizde kalacak bir filmle çıktı karşımıza bu sefer. Kırmızıgül’ün seyirciyle barışık, eleştirmenlerle kavgalı bir sinema macerası olduğu az çok biliniyor. Filmlerine basın gösterimi yapmaması, sinemasını seven eleştirmenlere filmi gösterip diğerlerinden kaçırması gibi ‘ergen’ tutumları da var. Ama bu uygulamalar filmler hakkında eleştiri yapılmasının önüne geçemiyor nihayetinde. Basın gösterimi yapmasanız da film gösterime girdiğinde salonlarda izlenip üzerine birkaç kelam etme hakkımız baki. Bu, Kırmızıgül sinemasına olan önyargılardan değil, aksine bu sinemayı takip etme ve kayıt altına alma ısrarından kaynaklanıyor.
“Vezir Parmağı”, çevre ve kılık kıyafet düzenlemesinden Osmanlı’nın son dönemleri olduğunu anladığımız bir zamanda geçiyor. Köyün birinde bütün erkekler savaşta kırıldığı için kadınlar ‘erkeksiz’ kalıyorlar ve hemşerileri vezire bir mektup yazarak bu derde bir çare istiyorlar. Vezirin görevlendirdiği bir memur, hamal pazarından seçtiği beş adamla köye doğru yola çıkıyor. Kadınları duyan iki memur ve iki çapkın da onların arkasından. Tabii bu esnada köyün kadınların da “erkek, erkek…” diye yanıp tutuşuyor.
CİNSİYETÇİ ERKEK DİLİ
“Vezir Parmağı”, ülke sinemasının son dönemde görüp gördüğü en ‘cinsiyetçi’ film olarak kayıtlara geçecektir hiç kuşku yok ki. Kadınların “erkek” diye diye ölüp ölüp dirildiği; “erkek olsun çamurdan olsun” mantığıyla çok eşliliğin komedi malzemesine dönüştürülüp normalleştirildiği, ucuz seks esprilerinin havada uçuştuğu bir dille karşı karşıyayız. Tabi film hazır Yeşilçam’a selam çakarken ‘Tecavüzcü Coşkun’ ve ‘Nuri Alço’ gibi figürleri de bu cinsiyetçi komedinin malzemesi haline getirmeyi ihmal etmiyor.
“Vezir Parmağı”nın elle tutulur iki yanı var. İlki, böylesi bir dönemde Türkiye’de bir seks komedisi yapma cesarete göstermesi. Ancak, bunu yaparken seks ve cinsellikle ilgili topluma yerleşik lümpen dili ve cinsiyetçi söylemleri kullanmadaki ısrarıyla bu çaba ‘cahil cesareti’ne dönüşüyor nihayetinde. İkincisi de, dini kullanarak küpünü dolduran kadı karakteriyle ve ‘paraları sıfırlama’ göndermesiyle bugünün siyaset dünyasına yaptığı gönderme. Ama bu da kör gözüm parmağına yapılıyor.
Mahsun Kırmızıgül’ün erkek diliyle, erkek fantezileriyle süslü bir ‘seks komedisi’ yazıp çekmesinde şaşılacak bir durum yok da; bu kadar aklı başında oyuncunun hiç itiraz etmeden böylesi bir işin parçası olmayı kabul etmesini anlamak zor. İşin daha da can sıkıcı tarafı, seyircinin de bütün bunları ‘normal’ kabul edecek ve katıla katıla gülecek olması.