Film eşsiz bir müzik eşliğinde ve yine aynı eşsizlikteki natural karelerle başlıyor.önce neyle karşılaşacağının farkında olmuyor seyirci . kubrick rahatlatan gün doğumu ve uçsuz bucaksız dağ ve ova kompozisyonuyla bireyi koltuğunda sakinleştiriyor. Bu aslında ilerleyen safhalarda beyne yüklenecek şoka hazırlamak için yapılıyor, görüntüler karşısında kendinden geçmiş seyirciyi. Derken ? insanlığın ? doğuşu sunumu yapılıyor. Evrimden önceye doğru, ilkelliğe yolculuk için kemerler takılıyor yavaştan. Ve atalarımızla karşılaşıyoruz birazdan. Kollektif bir yaşam çıkıyor karşımıza. Bir topluluk olarak yaşama duygusu hakim kılınmış ve aradaki bağ, birlikteliği şart koşmuş bir zorunlulukta. Çünkü henüz dışsal etkenlere karşı kendini koruma yetisine haiz olmamış olan atalarımız , gerek hayvansal gerekse de türdeş tehditlere karşı, iç içe kaynaşık bir duruşa yönelmişler. Hakimiyet yine vazgeçilmez bir zaruriyet olarak çıkıyor karşımıza. Bir su birikintisi için verilen mücadele , daha evrimden önce bile yaşamsal kaynaklar için sahip olma ve egemenlik kurma güdüsünün varolan bir gerçeklik olduğunu gösteriyor. Paylaşılmanın düşünülemediği bir noktada devreye çatışma ve üstünlüğü ortaya koymak için verilen göz dağı giriyor.doğan günle birlikte, toprağa dikine saplanmış bir kütle farkediliyor. Önce huzursuz bağırışlar sonra meraklı yaklaşım ve dokunuşlar birbirini takipediyor. Ve parmağı değiyor cisme , işte bu ilk keşif oluyor şiddete giden yönde. Atlarımızdan biri kemiği fark ediyor, o da sert, tıpkı biraz önce dokunduğu cisim gibi. Eline alıyor kemiği, kavrıyor geniş pençelerinde, sınarcasına vuruyor yere. İşte şimdi doğumu için insanın geriye tek bir şey kalıyor. Oda ikinci kez su başında karşılaşılmasıyla ortaya çıkıyor. Ve ikinci şiddet gösterisi, ilk ölümü getiriyor. İnsanlığın doğuşu , ölümün sunuluşuyla başlıyor. Kubrickin bu benzersiz anlatımı ve yaklaşımı bizleri, kökenlerimize işleyen katıksız şiddet ve yaradılışsal saldırganlık gerçeğiyle baş başa bırakıyor. Yönetmen, insanlığın doğuşuyla şiddetin aletsel keşfedilişini paralel bir düzleme oturtarak, evrimsel sürecim çıkış noktasının, insanın benliğinde yüzeye çıkan egemen olma ve bu egemenliği, ölümcül bir olgu çerçevesinde hakimiyet alanına yayma ve bu yayımında, doğal olarak şiddeti kullanma noktasında tek bir araç olarak karşımıza çıkardığını, dışavurumsal bir dille sunmaktadır. Sinema tarihinde eşi görülmemiş bu anlatım dili, kubrick sinemasının derinliğinin ve sorgulayış tarzındaki acımasızlığının yüze çarpan tokadı olarak görülebilir.İnsanoğlu artık dünyaya hükmedebilmekten başka uzayın derinliklerine de yol alarak, sınırsız bir bilinmezliğin gizlerini sonuna kadar açma gayesindedir. Bu, insan tarafından yaratılan yapay zekanın eşliğinde gerçekleşecek bir süreç olarak önümüzde şekillenmektedir. Kubrickkin gelecek dizaynı ve bu öngörüsündeki tutarlılık, filmin ikinci yarısında şekillenip bizleri karşı konulmaz bir hayranlığa sevk ederek, o zamanın şartlarında böyle bir dünya yaratan bu yönetmene, bir kez daha saygılarımızı sunmamızı zorunlu kılıyor.Jüpitere doğru yol alıyor iki kahramanımız. Birde, insanın yarattığı ve belki de kendi sonunu hazırladığı bir yapay zeka eşlik ediyor bu yolculukta onlara. Kısa bir süre sonra hiçbir şeyin yolunda olmadığı anlaşılıyor. Yaratılan bu zekanın insana özgü duygularla donatılması , insana has zayıflıkları su yüzüne çıkartıyor. Ve insan kendi yaratımının tehdidiyle yüz yüze kalıyor. Yapay zekaya, insanı anlaması için yüklenen duygular kısa bir süre sonra onu, insan doğasına hükmeden öldürme güdüsüyle tanıştırıyor. Kubrick yaratım dizaynının ,gerek insanın yaratılışında gerekse de insan tarafından bu yapaylığın yaratılışında kusurları ve hataları olduğunu sembolik bir anlatım yoluyla şekillendiriyor.tanrısal figürün yerine maddesel somutluktaki bir cismi yerleştirerek bu kusuru, gözle görülür bir sorgulamanın öznesi haline dönüştürüyor.çünkü, cismin görülür yapısındaki kusursuzluk , tanrı kavramındaki muhlak yapının belirsizliğinden, belirgin bir biçimselliğe sahip. Böylece katı ve herhangi bir ruhaniyet içermeyen bu cisim, yaratıcının kalıpsal bir karşıtlığı niteliğinde karşımıza çıkarak, evrimdeki kusurun, gensiz ve atomları olmayan bir kavram inancından kanaklandığını ve bunun da , dinsel bir kökenin olma öngörüsünün sonucunda olduğu, vurgulanmaya çalışılıyor. Tabi bu vurgu benzersiz bir anlatımla yüzeye çıkarılmadan ve de hissettirilmeden kotarılıyor.Ve dave insan yaratımı hal? le girdiği mücadele soncu kendini uzayın derinliklerinde, renkli bir görselliğin içinde kaybediyor. Zamanda ilerleyerek evrenin sınırlarını aşıyor ve sonsuzluğun mutlaklığında evrimsel bir döngünün merkezinde buluyor kendini. Önce yaşlılığına tanıklık ediyor ve sonra o, tanrısal cismin eşliğinde tekrardan hayat bularak, uzayın derinliklerinde sonsuz yaşama başlıyor.Kubrickin gerek kurguyu , gerekse de görselliği kullanmadaki başarısı, onu ve bu filmi unutulmazlar arasında sağlam bir yere oturtuyor. Filmin derinlik arz eden yapısı ve içinde barındırdığı simgesel sorgulamalar , gerek döneminin gerekse de bu günün çözülmesi ve cevap bulunması bir hayli zor; yaratımsallık, evren, sonsuzluk gibi kavramları, yine anlaşılması zor sembollerle betimleyerek , perdeye yansıtıyor.Bu film kesinlikle her sinefilin görmesi ve baş köşesinde olması gereken bir yapıt oluyor.