Hesabım
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi

    EO’nun aradığı huzuruz!

    Yazar: Banu Bozdemir

    Polonyalı usta yönetmen Jerzy Skolimowski yedi yıl sonra sinemaya gerçekten de muhteşem bir dönüş yapıyor, bizi kendisi ve Ewa Piaskowska’nın yazdığı EO/Ai filminde bir eşeğin vicdanıyla baş başa bırakıyor.

    Film bir sirk eşeğinin gösterisiyle başlıyor, Kasandra onun partneri. Sonra insanlar sirklerde hayvan çalıştırılmasına karşı bir eylem yapıyorlar, EO bir aracın içerisinde yeni bir yola koyuluyor. Aslında işkenceye uğradığı, horlandığı, itilip kakıldığı yerin adresi değişmiş oluyor, bu durumda eylem yapanlar tabii ki samimi ama bir hayvanın yolunu takip etme konusunda başarısız kalıyorlar, onu bir süre takip edip sonrasında kendi yoluna giden Kasandra gibi…

    Film EO’ya Holywoodvari bir animasyon karakteri gözüyle yaklaşmıyor, çocukların sevgili dostu, insan sesiyle konuşan, düşünen, hatta peluştan tüyleri olan, süper güçleri olan bir hayvan değil. Aksine yönetmen hayvanlığa vurgu yapıyor, tepkilerini kendisinin belirlemesine izin veriyor. Yönetmen EO’yu bize mümkün olduğunca yakından gösteriyor, gri tüylerinin, toynaklarının, kulaklarının etrafında dolaşıyoruz ama en çok da gözlerine odaklanıyor Skolimowski… Büyük bir havuz gibi bir sürü hissini orada taşıdığına, kızdığında ya da duygulandığında oradan taşırdığına tanıklık ettiğimiz o gözler gerçekten de içimize işliyor. Filmi baştan aşağı koruma güdüsüyle izlediğimi söylemem mümkün! Skolimovski bir de şunu hissettiriyor bize: Evet EO bir hayvan ama dünyayı algılayan bir varlık. Özleyen (Kasandra), özgürlüğü ve yeşil otları arayan ve sevilmeye ihtiyaç duyan ve insanda sarılma hissi uyandıran bir varlık! Aksi gerçekten de zorbalık!

    Eskiden kasabalarda yaşadığımız için çok fazla eşek görme imkanım vardı, şimdi filmi izlerken yıllardır eşeğe dokunmadığımı hissettim. Eşek bir yük hayvanı ve film bunu bize mümkün mertebe hissettiriyor. EO sırtına vurulan yüklerle görevini yerine getirmeye ve yediği otun hakkını vermeye çalışıyor ama bir şekilde de mutsuzluk veren yerlerden sıvışmayı başarıyor ve Kasandra’nın yumuşak, özenli ellerini arıyor.

    Skolimovski, Robert Bresson’un 1966 klasiği Rastgele Balthazar filminden esinlenerek çektiği bu çağdaş epik meselde, EO’ya fantastik, gerçeküstü bir deneyim sunma derdine de düşüyor sanki… Hayal gücünü pastoral manzaralar, kırmızıya yaslanan renk oynamaları, gölgeli mekanlarla taçlandıran yönetmen, ışık huzmelerinin renklere bölündüğü anlarda EO’ya huzur vaat ediyor sanki! Tabii bir yandan da insanın her yere uzanan kollarını anlatıyor. EO’nun ormana dalış yaptığı, kurbağanın yüzüşüne, baykuşun bakışına, uluyan bir kurdun sesine dikkat kesildiği, kendisini pastoral bir hayvan parkında hissettiği o kısacık bir anda bile insanın varlığıyla yüz yüze gelmesi… Kamyonla taşınırken özgürce koşan bir at sürüsüne olan bakışının hüznü. O hüzün o at harasında kaldığı sürece devam da ediyor. Boynuna asılan havuç çelenginden aldığı havucun ona kattığı sevimlilik de cabası…

    Yönetmen gün doğumu ve gün batımının yarattığı kızıllığı öyle masalsı bir şekilde yakalıyor ki, bir an EO’nun şansı dönmüş gibi hissediyoruz ama her seferinde zorbalıkla karşılaşıyor, özellikle de holiganların saldırısına uğradığı an. Kaçmayı tercih etmiyor, belki de yorgun düştü bilemiyoruz. Sonuçta acılarla ve sevinçlerle kuşatılmış bir eşeğin peşindeyiz ve bu tabii ki kurgusal. Yönetmen tüm akış içerisine robot bir köpeğin koşmasını da sıkıştırıyor, belki de insanların hayvana bakış açısına bir eleştiri getirmek istiyor; kendi robotik ve insanlık dışı algılarıyla hayvanların hislerini yok saydıklarına dair biraz farklı bir algıyla yaklaşıyor, filmin genel akışı içinde sakil kalan bir plan.

    Bresson’un Balthazar’daki görkemli siyah beyaz kompozisyonları burada yerini Skolimowski’nin aynı zamanda ressam olmasının getirdiği fırça darbesi gibi belirgin renklere bırakıyor. Bresson hikayesine insan dramı katarken, burada EO’nun hayatına giren insanlar ilginç ama kalıcı değil, boşluklu… Filmin ilginç detaylarından birisi bizim masum eşeğimize ilgisiz kalsa da Isabelle Huppert’ın bir inanç timsali olarak karşımıza çıkması oluyor ama bizim EO’nun derdine derman olmuyor bu inanç sarmalı…

    Sonuçta EO birçok insan grubunun kendisine olan yaklaşımı sonrasında, altında gürür gürül bir nehrin aktığı eski bir köprünün üstünde kalakalır. Yönetmen biraz umutsuz bir sona taşıyor bizleri ama yargılamıyor aslında. Kaderini, insanın davranışlarının belirlediği canlılar için bize biraz empati yüklemeye, onlardan esirgediğimiz sevginin bize kaybettirdiği şeylere bakmamızı istiyor ve bunu gerçekten de yaşadığı onca şeye rağmen masumiyetini yitirmeyen bir eşeğin gözlerindeki derinlikten anlatmaya çalışıyor.  EO’ya can veren bütün eşeklere bin selam olsun ve havuçlu cevizli kekler helal olsun…

    twitter.com/banubozdemir

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top