Büyükatalay’dan politik ve gerilim odaklı dini sorgulama!
Yazar: Banu BozdemirYönetmen ve senarist Mehmet Akif Büyükatalay "Oray"dan sonra ikinci filmi "Histeri"de de klasik olmasa da gerilim unsurlarını başarıyla ele alırken devamlılık arz eden göç ve İslam konusunda da her daim gergin olan Almanya fonunu kullanıyor. Filmin ekseni bir hayli geniş, sanatın hizmet ettiği amacı sorgularken bir yandan da ifade özgürlüğü, kutsal olana saygı gibi kavramları da gerçekçi bir şekilde masaya yatırıp yanıtlarını arama derdine düşüyor! Film bir çekim, canlandırma esnasında yanlışlıkla ya bilinçli yakılan Kuran’dan sonra olanları anlatıyor. Sonrasında çekim kasetleri bir şekilde ortadan kayboluyor ve onları kimin çaldığının merakıyla yönetmen bizi tek mekanda geçen gizemli bir labirentin içine sürüklüyor ve ilgimizi diri tutmayı başarıyor! "Histeri", politik drama eksenli başlasa da gerilim odaklı ilerliyor ve herkesi zan altında bırakacak kamera taramaları yapıyor!
Filmin başlangıcı bir kurmaca değil, Büyükatalay 1993 yılında Solingen’de yaşanan bir kundaklama olayını altyapı olarak kullanıyor, Aşırı sağcı Alman çetesinin bir evi ateşe vermesiyle ve beş Türk vatandaşın ölümüyle sonuçlanan olayı yeniden canlandırıyor, şiddeti kurgusal bir cinayetin arka planı olarak kullanıyor ve soruyor: Tekrar yüzleşmeye hazır mısınız? Bir yandan da o olayı yeniden canlandırmak, külleri yeniden karıştırıp savurmak filmin özü değil, çekimden sonra mülteci merkezinden figürasyon olarak getirilen Türk erkeklerinden oluşan bir grubun sette yanmış Kuran bulmalarıyla başlayan sürecin sorgulamasını anlatıyor! Film ekibi içindeki örtük ve yerleşik güç hiyerarşisini de gözünü kırpmadan ustalıkla işliyor!
Filmin merkezindeki isim yarı Türk yarı Alman ve filmde yardımcı yönetmen olan Elif (Devrim Lingnau). Elif iki farklı dünya arasında bağlayıcı doku! Bir yandan figüranların tepkisini anlamaya, bir yandan da yönetmen ve yapımcı üzerinde olumlu bir tepki bırakmaya çalışırken hırslarına yenik düşer ve onun getirdiği suçluluk duygusuyla iyice içine çekilir! Süreç Elif’in aydınlanma süreci gibi ilerliyor, bunda Nazmi Kırık’ın canlandırdığı Majid’in sözleri de etkili oluyor. Yıpranmış, okunamaz duruma gelmiş Kuran nüshalarının imhasının mümkün olduğunu anlatıyor, ancak bir film için Kuran yakmanın saygıyla bağdaşmadığını, Türk kökenli Alman yönetmen Yiğit’in (Serkan Kaya) travmatik bir analizle durumu aktarmaya çalışmasının bile yetersiz kaldığını anlatır. Yiğit yeniden çekim yapmayı reddederken, yapımcı olan karısı Lilith’in (Nicolette Krebitz) tavrı ise tekrar çekim yapmaya uygun gibidir, bu kez Kuran’ı aradan çıkararak! Aziz Çapkurt’un hayat verdiği tiyatrocu Mustafa ise bunun Avrupa’nın bir vicdan sorunu olduğuna, yoğun göç dalgasına uğrayan batı ülkelerinin uğradığı travmanın etkilerinin yıllar sonra çıkacağına, ama her göç dalgasının yıllar öncesinin tezini çürüteceğine dair argümanları da filmin gidişatına ilişkin belirleyici bir bakış açısı sunuyor.
Büyükatalay senaryosunda hem her karaktere belli bir bakış açısı sunuyor hem de hem de bir belirsizlik çizgisi çekiyor. Bir içgörü olarak dini hoşgörü ve saygının çerçevelerini çizerken, bir yandan da gelecek tepkiler eşliğinde açıklanamayan şeylerle çevrili bir atmosfer sunuyor. Film biraz da ölçüsüz kaosun ve açıklanamayan şeylerin ikilemiyle çevriliyor. Bu ikilemin özü de Elif’in açıklayamayacağı şeyleri gizlemesiyle kitleniyor. Elif’in durumu da karmaşık, bir yandan saf hamlelerle başa çıkamayacağı durumlarda kalıyor, figüranlardan Said’le giriştiği duygusal yakınlaşma yüzleşmesi gereken gerçeklerin üstünü örtüyor ve film çemberi genişlettikçe kimsenin gerçekleri söylemediği gerçeğiyle bizi karşı karşıya bırakıyor. İnsan karanlık bir varlık ve bunu da biraz Elif’in bu iç karartıcı hayat oyununa katılması için yapıyor gibi. Ve Büyükatalay filmi için gereken atmosferi çok iyi yaratıyor, gölgeli çekimler, Elif’in yattığı odaya bakan gözler, el kamerası ve röntgencilik hissiyle dolu planlar arasından huzursuzluk ışıldıyor adeta! Bir korku varsa da bu daha çok insanların birbirlerine karşı davranış biçiminde...
"Histeri"yi izlerken etkilenmemek mümkün değil, artan gizemle birlikte Lingnau’nun da performansı artış gösteriyor, sinema sektöründeki cesaret ve yüzleşmeyi tutarlı bir öfkeyle anlatıyor. Filme dair tek itirazım sonunu çok çabuk bağlıyor ve o derece bir büyük hesaplaşmanın dramdan çok, sıradan bir gerilim filmine bağlanmasıyla düşen hacmi oluyor ama oraya kadar her şey kusursuz bir plan gibi işliyor. Büyükatalay bir sonraki filmi bir bekleme penceresi açıyor!
Banu BOZDEMİR