Bir Şarkı Gibi Yaşamak: Monsieur Aznavour
Yazar: Gizem Ertürk1924 yılında Paris’te dünyaya gelen Ermeni asıllı Fransız sanatçı Charles Aznavour, gerçek adıyla Şahnur Vağenag Aznavuryan yaşasaydı tam da filmin çekildiği yıl olan 2024’te 100 yaşına basacaktı. Az değil neredeyse bir asırlık ömrüne sayısız başarı bir o kadar başarısızlık; hayal kırıklığı ve umut ama en çok da bitip tükenmek bilmeyen bir çalışma azmi sığdıran Aznavour’u en iyi anlatan kelime belki de “adanmışlık” olurdu. "Asla ‘zirvedeyim, artık daha ötesi yok’ demeyen; tek rakibi kendisi olduktan sonra bile daima daha yukarıyı hedefleyen gerçek bir mücadeleciydi.
Mehdi İdir ve Grand Corps Malade tarafından yazılıp yönetilen müzikal biyografik drama ‘Monsieur Aznavour’ bir müzik biyografisi tutkunu olan ve son dönemdeki vasat işlerle arka arkaya hayal kırıklığına uğrayan bendenizi ziyadesiyle mutlu etmeyi başaran bir yapım oldu. Özellikle geçtiğimiz yıl çok abartıldığını düşündüğüm "A Complete Unknown" şokundan sonra belki de son 10 yılın en iyi müzik biyografilerinden biri olarak adını listenin üst sıralarına şimdiden yazdırdı bile. Hatırlarsınız son dönemin en popüler ve yetenekli oyuncularından Timothée Chalamet’in hayat verdiği Bob Dylan, adından da anlaşılacağı gibi tam bir bilinmez olarak resmedilmeye çalışıyordu. Oysa film bu bilinmezi çözmek için bir çabaya dahi girmiyor, Dylan’ı neyi neden yaptığı belirsiz, kafası her daim karışık bohem bir ergen olarak sunmaktan öteye gidemiyordu. Sanatçı hakkında daha ayakları yere basan bir yapım izlemek istersiniz sizi 2007 yapımı "I'm Not There" filmine buyur edelim. Yönetmenliğini Todd Haynes’in yaptığı kadrosunda Christian Bale ve Cate Blanchett gibi yıldızların yer aldığı "I'm Not There" tıpkı yönetmenin bir diğer muazzam işi "Velvet Goldmine" gibi sıra dışı bir seyir zevki sunuyor.
Biz dönelim ‘Monsieur Aznavour’a; filmimiz küçük Aznavuryan’ın Nazi zulmü gölgesindeki çocukluğuyla başlayan, piyanist Pierre Roche ile tanıştıktan sonra yükselen kariyerine, Edith Piaf’ın desteğiyle şöhrete kavuşmasına, Paris, New York, Montreal derken Fransa’dan Amerika’ya tüm dünyaya yayılan olağanüstü maceralarına ve tüm bunların ardında hiç bitmeyen bir adanmışlıkla örülmüş sanat yolculuğuna odaklanıyor.
Aznavour’u çok iyi bilirim diyenleri bile şaşırtacak küçük anekdotlarla karşılaşacağınıza şüphe yok. Başrol Tahar Rahim’in performansı ise başlı başına bir övgüyü hak ediyor. Aylarca piyano ve şan eğitimi almış; Aznavour’u 20’li yaşlarından 50’li yaşlarına kadar o kadar sahici bir şekilde canlandırıyor ki, bir yerden sonra film değil, yaşanmış anları izliyormuşum gibi hissediyorsunuz. “La Bohème”, “Emmenez-moi”, “Je me voyais déjà” gibi efsanevi parçaları da bizzat seslendiriyor. O gözlerle, o duruşla, o sesle bir efsaneyi yeniden var ediyor.
Film sadece Aznavour’un sanatını değil, onun ruhunu, iç dünyasını, yalnızlığını, aşklarını, kırılganlığını ve bir o kadar da yıkılmaz yapısını anlatıyor. Yoksul bir çocukluktan dünya sahnelerine uzanan bu yolculuk; Paris’ten New York’a, başarılardan tökezlemelere, her şey var. 2018’de aramızdan ayrılan Mösyö Aznavour’un içten ve güçlü karakteri, Fransa’nın neden onu bu kadar çok sevdiğini bir kez daha hatırlatıyor insana.
Tarihsel göndermeler çok ustalıkla dokunmuş hikayeye. Ne fazla, ne eksik. O dönem Paris’ini, göçmenliğin duygusunu, sahneye çıkmanın iç sızısını iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Çok tanıdık ama bir o kadar da eşsiz bir sanatçı öyküsü bu. Herkesin hayatından bir şey var ama bu sadece Aznavour’un hikâyesi... İstediğini söke söke alan, asla engel tanımayan ve bahanelere sığınmayan, sefaletten kendi krallığını ilan edip şatosunda yaşayan gerçek bir yaşam ustası.
Bu filmi izleyip etkilenmemek zor. Tanıdığımız bir ismin bilinmeyen yüzleriyle karşılaşmak hem insani hem sinemasal olarak çok kıymetli. Bazen bir film, sadece bir hayatı değil, hepimizin kendi hayatını, duygularını da gözden geçirmesini sağlar. Aznavour’unki tam öyle bir film işte! Mutlaka şans verin; bir ömür hakkıyla nasıl yaşanır görmek ve sonsuz bir ilham almak için.
Gizem ERTÜRK