“Deneysel, Bulanık ve Kırılgan”
Yazar: Onur KırşavoğluÖzellikle The Weeknd fanları tarafından heyecanla beklenen "Hurry Up Tomorrow" salonlardaki yerini aldı. Vizyona girmeden önce yıldız kadrosu ve gizemli konusuyla büyük beklenti yaratan filmin yönetmen koltuğunda, çağdaş Amerikan bağımsız sinemasının parlayan isimlerinden Trey Edward Shults ("Waves", "It Comes at Night") oturuyor. Senaryo ise Shults, Abel "The Weeknd" Tesfaye ve Reza Fahim ortaklığında kaleme alındı. Başrollerden birinde Abel Tesfaye ilk oyunculuk deneyimiyle karşımıza çıkarken ona son dönemin yükselen yıldızları Jenna Ortega ve Barry Keoghan eşlik ediyor. "Hurry Up Tomorrow", şöhretin en parlak ama aynı zamanda en karanlık yönlerini mercek altına alan bir psikolojik gerilim.
Film, genç bir müzisyenin (Tesfaye) uykusuzluk krizleri eşliğinde gerçeklik algısının giderek çözülmesine odaklanıyor. Anima (Ortega) adında gizemli bir kadınla yolları kesişen karakter, kariyerinin, aşkın ve arayışlarının odağında, adeta bir uçurumun kenarında bir sınava sürükleniyor. O sürüklendikçe izleyici de algının dağınıklığıyla boğuşuyor ve kendini farklı bir deneyimin ortasında buluyor. Özellikle biçimsel anlamda etkileyici sahneler ve manevralar mevcut ama içerik olarak aynı şeyleri söylemek güç. Trey Edward Shults, sinemasal anlatımını bu filmde daha da deneysel bir noktaya taşıyor. Chayse Irvin’in hipnotik görüntü yönetimi, filmin gerçek ile rüya arasında gidip gelen yapısını adeta bir trans atmosferine sokuyor. Baş karakterin yalnızlık ve yabancılaşma duyguları, gece şehir ışıklarının soluk parıltısı ve bulanık siluetlerle perdeye yansıyor. Tesfaye ve Daniel Lopatin imzasını taşıyan müzikler, görsel anlatımın en güçlü tamamlayıcısı olarak filmin duygusal rezonansını artırıyor. Özellikle filmin ikinci yarısında kullanılan elektronik ağırlıklı minimal müzikler, seyircinin karakterle birlikte varoluşsal boşluğa sürüklenmesini sağlıyor ki The Weeknd müziklerini sevenler ve klip estetiği arayanlar bu kısımlarda büyük hazlar yaşayacak. Özellikle ilk 20 dakika adeta uzun bir klip ve konser deneyimi fırsatı sunuyor.
Jenna Ortega’nın Anima performansı ise filmin en dikkat çekici oyunculuk anlarını barındırıyor. Ortega, kırılgan ama bir o kadar da karanlık bir karakteri derinlemesine yansıtıyor. Onun gözlerinden, Anima’nın yalnızca Abel’in bir kurtuluş umudu değil, aynı zamanda bir yıkım habercisi olduğu hissediliyor. Barry Keoghan ise manipülatif menajer rolünde, filme gerilim duygusunu katarken Lumet filmlerinin karakter ikilemlerini hatırlatan bir çizgi tutturuyor. Keoghan, özellikle son 5 yılı baz aldığımızda en formda oyunculardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu yükseliş devam eder ve kaliteli tercihler konusunda sapma yaşamazsa yakın zamanda bir Oscar heykelciğini elinde görmemiz muhtemel.
Ne var ki "Hurry Up Tomorrow", görkemli görsel ve işitsel yapısına rağmen anlatısal anlamda büyük eksiklikler taşıyor. Shults’un önceki filmlerindeki güçlü karakter oluşumları bu filmde tam anlamıyla yakalanamıyor. Özellikle Abel karakteri, merkezde olmasına rağmen yeterince derinleşemiyor. Tesfaye’nin ilk oyunculuk performansı beklentilerin biraz gerisinde kalıyor; mimik ve duygusal çeşitlilik anlamında zaman zaman yüzeysel kalıyor. Bunun yanında Keoghan iyi oyunculuk sergilese de takıntılı ve narsist menajer halleri inanılmaz derecede klişe. Bir starın başrolde olduğu hemen her filmde gördüğümüz karakter oluşumu, neredeyse aynı şekilde burada da karşımızda. Bir de Anima ve Abel’in bir anda başlayıp gelişen ilişkileri de inandırıcılıktan uzak bir hal alınca bu anlamda büyük bir boşluk oluşuyor. Senaryo yapısı da zaten filmin en çok tartışılan noktalarından biri olacaktır. Yüzeysel bulanlar, kopuk bulanlar, metaforik anlatımın izleyiciyi uzaklaştırdığını düşününler bol olacaktır ki katılmamak mümkün değil. Ancak, klip estetiğini, The Weeknd’i, onun şarkılarını ve performansını sevenler, arka planda ne olduğunu çok da umursamayanlar ama psikolojik gerilimi suçlu zevk noktasında sevenler ise memnun kalacaktır. Bizim 80’li yıllarda bir furya olarak ortaya çıkardığımız arabesk filmlerini hatırlatan bir fan memnuniyeti bulmak mümkün gibi duruyor.
Buna rağmen "Hurry Up Tomorrow", Shults’un sinema dilinde yeni arayışlarını sürdürdüğünü gösteren bir yapıt. Filmin stilize yaklaşımı, özellikle ses ve görüntü tasarımı bakımından övgüyü hak ediyor. Elbette bunu yorucu bulanlar ve hatta nefret edenler olacaktır. Klasik hikaye anlatısına yaslanmak yerine, deneysel bir duygu yolculuğunu tercih etmesi benim hoşuma gitti. İzleyiciyi de bu tercihi kabul etmeye ya da reddetmeye zorluyor. Filmin en büyük sorunlarından biri bu. İçine girdiğiniz zaman çok beğenip dört yıldız verme ihtimalinizle, hiç içine giremeyip bir yıldızlık bir deneyime dönüşme ihtimali neredeyse aynı. Sonuç olarak "Hurry Up Tomorrow", kusurlarına rağmen tartışmaya değer bir film. Görsel-işitsel anlamda sağlam bir iş sunarken, hikaye anlatımı ve karakter derinliği açısından daha zayıf bir noktada duruyor. Film, karakterin kırılgan yapısını anlatmak isterken kendi anlatısal tutarsızlıklarının gölgesinde kalıyor. Ancak, risk alan ve yenilikçi olmaktan çekinmeyen yapısı, özellikle Shults’un sinema yolculuğunun hangi yöne evrileceğine dair önemli ipuçları taşıyor.
Onur KIRŞAVOĞLU