Ada
BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
3,5
İyi
Ada

Derinlik Sarhoşluğu

Yazar: Onur Kırşavoğlu

Jan-Ole Gerster’in yönettiği "Islands" (Ada), yönetmenin uzun bir sessizlik döneminin ardından sinemaya dönüşünü işaret eden bir yapım. "Oh Boy" (2012) ile gençlik ve aidiyet temalarını Berlin’in siyah-beyaz sokaklarında işleyen Gerster, bu kez gözünü orta yaşlı bireylerin yalnızlık ve aidiyet arayışına çeviriyor. Film, ada metaforuyla çevrelenmiş birkaç karakterin kesişen hikâyeleri üzerinden modern insanın kendine, geçmişine ve çevresine yabancılaşmasını da irdeliyor. Minimal diyaloglara ve sessiz gözlemlere dayalı anlatımıyla varoluşçu bir dinginlik taşıyan film, biçimsel olarak da meditatif ve neredeyse şiirsel bir yapı kuruyor. Filmin başrollerinde son olarak "The Brutalist"le karşımıza çıkan başarılı oyuncu Stacey Martin, "Control" filmiyle sinema dünyasına hızlı bir giriş yapıp başarısını devam ettiren Sam Riley, daha çok TV projeleriyle tanınan Jack Farthing ve çocuk oyuncu Dylan Torrell yer alıyor.

.

Gerster’in filmi, ilk bakışta hikâyesini parçalara bölerek anlatan klasik bir “mozaik anlatı” gibi görünse de, özünde karakterlerinin iç dünyalarına kazı yapan bir psikolojik topografya. Her biri farklı bakış ve toplumsal konumlarda olan karakterler, bir adada –hem coğrafi hem zihinsel bir adada– kendi iç seslerine kulak verirken, aralarındaki bağların gevşekliği izleyiciyi de bir gözlemci konumuna yerleştiriyor. Bu yapı, Michelangelo Antonioni’nin yabancılaşma üçlemesindeki (özellikle "L'Avventura") mesafeli anlatımını anımsatıyor. Kaldı ki yönetmen uçurum kenarı sahneleriyle de filme aleni gönderme yapmaktan geri kalmıyor. Karakterler arasındaki boşluklar, diyalogdan çok bakışlarla, mekanın sessizliğiyle ve zamanın ağır akışıyla dolduruluyor. Gerster burada dramatik gerilimden ziyade, duygusal yankıların biriktikçe açığa çıkmasını tercih ediyor.

Biçimsel olarak kamera kullanımı son derece kontrollü ve minimal. Uzun planlar, geniş kadrajlar ve sabit çekimler, karakterlerin içinde bulundukları mekanlarla kurdukları ilişkileri vurguluyor. Bu, Gerster’in Berlin’in gürültülü sokaklarını işlediği "Oh Boy"daki elde kamera estetiğinin tam zıddı; burada görüntüler sanki kasıtlı olarak donuk, neredeyse tablo gibi. Renk paleti yumuşak pastel tonlarda, doğanın dinginliğini ve zamansızlığını öne çıkarıyor. Ses tasarımı da benzer şekilde sade: Uzun sessizlikler, hafif rüzgâr uğultuları, dalga sesleri ve zaman zaman giren müzik ezgileri, filmdeki melankolik atmosferi derinleştiriyor. Zamanın akışı, anlatının taşıyıcısı hâline geliyor.

Film, mutsuz bir evlilik yaşadığı çok belli olan bir çiftin, yalnızlıkla boğuşan, hedonizmle nihilizm arasında sürüklenen bir tenis hocasıyla tanışmaları sonrası yaşananlara odaklanıyor. Bunu yaparken, ebeveynlik, cinsel gerilim, mutsuzluk ve alışkanlıklar gibi duraklara uğruyor. Her bir karakter bu olgularla mücadele ederken geçmişleriyle de bolca yüzleşiyor. Tempo oldukça ağır ama gerçekçi bir biçimde bu sorgulamalara eşlik ediyor. İnsanların birbirlerine görünmez iplerle bağlandığı fikrini, ironik bir biçimde, kopukluklar üzerinden işliyor. Her karakterin hikâyesi birbirine hafifçe dokunuyor ama tam olarak kesişmiyor; bu da modern bireyin toplumsal ağlar içindeki yalıtılmışlığını simgeliyor. Burada Gerster, yalnızlığın bir eksiklik değil, bazen de özgürlük ve kendini tanıma olanağı sunduğunu ima ediyor. Bu yaklaşım, Jean-Paul Sartre ve Martin Heidegger gibi varoluşçu filozofların “dünyaya fırlatılmışlık” ve “kendilik” kavramlarıyla örtüşüyor; birey, kaçamayacağı yalnızlığın içinde anlam yaratmakla yükümlü hale geliyor.

Sonuç olarak, "Islands" yüksek sesli bir film değil, tam aksine, sessizliğin, durgunluğun ve gözlemin gücüne inanan bir yapım. Gerster, abartılı dramatik araçlara başvurmadan, insan olmanın kırılganlığını ve geçiciliğini neredeyse meditasyon gibi işliyor. Bu nedenle film, hızlı anlatı temposuna alışkın izleyiciler için sabır gerektirebilir; ancak kendini akışa bırakmayı göze alanlar için çok katmanlı ve yankısı uzun süren bir deneyim sunuyor. "Islands", çağımızın hız takıntılı sinema ortamında nadir görülen türden, zamana karşı duran ve zamanı hissettiren bir film olarak anılmayı hak ediyor. Oyuncuların sağlam performansları da bu deneyimin gerçekçilik yönünü kuvvetlendiriyor. Senaryonun bazı katmanlarında bu filme yakışmayan birkaç klişe karşımıza çıkıyor ama totalde iyi bir puanla salondan ayrılmamızı sağlıyor.

Onur KIRŞAVOĞLU

Daha Fazlasını Göster