Bilinenler bilinmez olunca!
Yazar: Banu Bozdemir"Müslüm Baba’nın Evlatları", "Kakafoni" ve ilk uzun metrajlı filmi "Borç" ile tanıdığımız Vuslat Saraçoğlu yazıp yönettiği "Bildiğin Gibi Değil" de babalarının ölümü üzerine bir araya gelen kardeşlerin geçmiş ve bugün arasında saklı kalmış sırlarının dökümünü akıcı bir dille anlatıyor. "Borç"ta da aile içi ilişkilere odaklanan Saraçoğlu, yine aynı şekilde çocukluğunun geçtiği Tokat’a uzanıyor ve küçük şehri filmin önemli bir dokusu olarak resmediyor. Filmi izlerken Tolga Karaçelik imzalı "Kelebekler", üç kardeşin köye dönüşleri ve orada yaşadıkları konusunda ufak bir çağrışım yaratmıyor değil!
Streç Film Yapım
Alican Yücesoy, Hazal Türesan ve Serdar Orçin’in başrollerini paylaştığı film, yas sürecinin ağırlığını yaşatmak yerine; yalın, mizahi, akıcı ve diyaloğa dayalı bir anlatımı tercih ediyor. Birbirinden çok farklı üç kardeşin yas sürecine yaklaşım dinamikleri de farklı oluyor. Tahsin taşra şehrinde kalıp babasının tüm sürecine tanıklık eden biri olarak daha sorumluluk ve söz sahibi gibi duruyor ama diğer iki kardeşin öfke patlamaları daha güçlü, özellikle de Remziye’nin. Remziye’nin babaya olan kızgınlığının, abilerine olan öfkesinin bir altyapısı olduğunu (hatta erkek arkadaşını da bu yüzden davet ettiğini anlıyoruz) sezinliyoruz ama yönetmenin o kısmı kapalı tutması nedeniyle film bitimine kadar sonuca erişemiyoruz. Remziye’nin hırçınlıklarına, dengesiz gibi duran yanına "öyle bir açılım yapmasa da olurdu" gibi hissediyorsunuz, çünkü sonundaki açıklamaya dair öğrendiğimiz şey bir yapıştırma gibi kalıyor. Bir yandan da Remziye’nin şehirde yaşayan ama kasaba kalıplarından çıkamayan haline dair bir açıklama getiriyor. Öte yandan filmin bir zirvesi varsa, o bu nokta. Filmin bitişinde olması, yüzleşmeyi engellediği için dramatik yükseliş noktasına ufak da olsa sekte vuruyor.
Yasin daha bohem bir hayatın kollarına atılmış, bir kitap çıkarmış. Tokat’ta en fazla tökezleyen de o oluyor, taşra sıkıntısı tadında, burada bir geçmişi yokmuşçasına yaşıyor. Dönüşüm noktasında onun vardığı yer de şaşırtıcı. Remziye’nin yükünü daha fazla sırtlanır bir pozisyona geçiyor. Yönetmen hikayeyi eve, odalara yayarken bir yandan da dört duvar arasından çıkartıp, şehrin sokaklarına yayıyor, şehri de yaşananların duygusunu taşıyan bir parça olarak sunuyor ki, bu geçmişe doğru yapılan yolculuk için en iyisi. Bu anlamda "Yozgat Blues"u anabiliriz, o da küçük şehir hayatını merkezine koymuştu.
Filmin en büyük artısı sahicilik, kardeşler arasında yaşanan çatışma, kavga ve sevgi anları o kadar samimiyet barındırıyor ki, filme ilk andan itibaren ısınıyorsunuz. Karakterlerin kimyası da birbiriyle orantılı ilerleyince geveze bir hikaye başarılı ve aydınlık bir şekilde akıyor. Her adımda kardeşlere dair yeni bir ayrıntıyı koyuyor yönetmen önümüze, böylece değişen ve gelişen bir seyrin içinde buluyoruz kendimizi.
Oyuncuların gerçekçi performansları, aile içi ilişkilerin akışına çok rahat şekilde adapte oluyor. Saraçoğlu hikayesinin diyaloglarını iyi bir şekilde karakterlerine yapıştırıyor ve ortaya izlemesi kolay ve keyifli bir film çıkıyor. Alican Yücesoy ve Serdar Orçin’in iyi oyunculuklarının arasında ışık gibi parlıyor Hazal Türesan; zorlu, dengesiz bir karakterin hakkını akılda kalacak şekilde veriyor. İzleyici açısından duygusal olarak yakalanan ve düşündüren bir film. Ancak bazı anlatı kararları (özellikle sırların açılma zamanı) izleyicinin beklentisiyle çatışabilir.
Banu BOZDEMİR