Günahkarlar
BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
4,0
Çok İyi
Günahkarlar

"Sinners": Kanla Yazılmış Bir Blues Ayini

Yazar: Tuğçe Madayanti Şen

Ryan Coogler, "Sinners" ile yalnızca türler arası bir sinema yaratmakla kalmıyor; aynı zamanda kültürel hafıza ritüeline imza atıyor. Film, korkunun karanlık damarlarından siyah müzik tarihine, kolektif travmadan cinselliğe uzanan cesur bir anlatı kuruyor. Coogler böylece, "Fruitvale Station" ve "Black Panther" filmleri sonrası özgürleşmiş bir sinema diliyle, alegoriyi saf sanata dönüştürüyor. Tıpkı Jordan Peele’ın "Get Out"ta yaptığı gibi, Coogler da korku sinemasını ırksal hafızanın bir laboratuvarına çeviriyor. Bu kez hikaye bizleri, Jim Crow yasalarının gölgesindeki Mississippi’ye götürüyor. Ve buradaki yaratıklar ile karşı karşıya getiriyor. Ve bu yaratıklar sadece kan değil; müzik, ruh ve hafıza emiyor. Beyoncé’nin Lemonade’inde olduğu gibi, Coogler da müziği bir ritüele dönüştürmüş "Sinners" filminde. Annie ve Mary gibi kadın karakterler aracılığıyla, hem siyah kadınlığın mistik gücüne hem de bedensel arzunun devrimci potansiyeline yaslanan filmin dünyasında, blues yalnızca bir müzik türü değil; bir büyü, bir silah, bir lanet. Toni Morrison’ın Beloved’ını hatırlatan şekilde ise, geçmiş bu filmde yalnızca hatırlanan bir şey değil; ete kemiğe bürünüp kapını çalan bir vampire dönüşüyor. Vampirler burada, Güney’in sömürgeci geçmişinin beyaz, kibar, davet bekleyen gerçek bedenleri.

Warner Bros.

Ryan Coogler bu filmle yalnızca türleri değil, sinemanın bizzat kendisini dönüştürüyor. "Sinners" için Ryan Coogler’ın sinema dilinde yeni bir sayfa açan cesur bir yapım diyebiliriz rahatlıkla. Türler arasında ustalıkla gezinen film, izleyiciyi 1930’ların Jim Crow Güneyi’ne götüren benzersiz bir deneyim sunuyor. Film, başlangıçta dönemin atmosferini yansıtan sakin bir tempoyla ilerlerken giderek gerilim ve korku unsurlarını öne çıkarıyor. Özellikle üçüncü perdedeki bol kanlı final, Coogler’ın yönetmenlik yeteneğinin uç noktalarını gözler önüne seriyor. Görüntü yönetmeni Autumn Durald Arkapaw’ın kamerası ise görünmeyen hayaletleri bile çekebilecek bir güce sahip. Objektifinden yansıyan Mississippi manzaraları, filmin şiirsel yanını güçlendiriyor. Yer yer Barry Jenkins’in "The Underground Railroad"undaki görsel şiirselliği hatırlatacak şekilde, "Sinners", kölelik sonrası toprakları adeta kan ve ezgiyle yoğrulmuş bir hafıza alanı gibi resmediyor. Michael B. Jordan’ın ikiz kardeşler rolündeki performansı, filmin duygusal derinliğini artırırken; Miles Caton’un müzisyen Sammie karakteriyle yaptığı çıkış unutulmaz bir iz bırakıyor.

2025'in bu erken döneminde izleyicileri büyüleyecek ve uzun süre konuşulacak bir filmle karşı karşıyayız. "Sinners", yalnızca bir vampir filmi değil; aynı zamanda tarihsel travmaları, müziğin iyileştirici gücünü ve insan direncini anlatan çok katmanlı bir eser. Coogler, bu filmle hem gişe başarısı yakalayan hem de sanatsal değeri yüksek bir yapım ortaya koymayı başarıyor. Filme biraz daha yakından bakacak olursak; Film, 1930’ların Mississippi’sinde, Alkol Yasağı döneminde geçiyor. İlhamını blues efsanesi Robert Johnson’dan ve onun şeytana ruhunu sattığına dair mitten alıyor. Açılış sahnesi bile tüyleri diken diken eden bir vaadi barındırıyor. Bu vaat, elinde kanlı gitarıyla kiliseye sığınan genç bir müzisyenin kurtuluş arayışı. İlk uzun metrajında yıldız gibi parlayan Miles Caton’un canlandırdığı Sammie’nin bu kiliseye nasıl geldiğini öğrenmek için 24 saat öncesine dönüyoruz. Sammie’nin hikayesi, kuzenleri Smoke ve Stack, nam-ı diğer Smokestack Twins, ile yeniden buluşmasıyla başlıyor. Michael B. Jordan, bu ikiz gangster karakterleri tek başına üstlenerek oyunculukta adeta gövde gösterisi yapıyor. Kırmızı ve mavi giyimli bu ikizler, kasabada eski bir kereste fabrikasını juke joint’e çevirmek üzere girişimde bulunuyor. Burası siyah topluluğa hem müzik hem de bir aradalık vadeden bir alan.

Delroy Lindo’nun Delta Slim rolü filme mizah ve zarafet katarken; Wunmi Mosaku’nun canlandırdığı Annie karakteri ise ruhani ve erotik bir derinlik getiriyor. Mary rolündeki Hailee Steinfeld’in varlığı hikâyeye farklı bir dokunuş katıyor. Ve sonra… Film bir anda doğaüstü bir kabusa dönüşüyor. Jack O’Connell’ın büyük bir keyifle canlandırdığı vampir lider Remmick’in ortaya çıkışıyla Sinners, ikinci yarısından itibaren korku sinemasının sınırlarını zorlamaya başlıyor. Remmick’in juke joint’in kapısına gelip “davet” istemesiyle başlayan sahneler, Coogler’ın klasik vampir mitolojisine olan saygısını da gözler önüne seriyor. Bu “davet” meselesi, karakterler arasında geçen gerilimli diyaloglarla oldukça zekice işlenmiş. Filmde kan dökülmeye başladığında ise izleyici olarak artık karakterlere bağlanmış durumda oluyoruz. Bu da "Sinners"ın başarısının sırrı aslında. Bu sayede katliam sahneleri bile duygusal bir yoğunluk taşıyor. Çünkü Coogler, bu topluluğu önce bizim için “gerçek” kılıyor. Açıkçası Ryan Coogler, “Sinemada yeni bir şey kalmadı.” diyenlere, cevabını "Sinners" ile veriyor. Kendi estetik vizyonunu, politik duruşunu ve sanatsal cesaretini bu filmde zirveye taşıyor. Beyaz karakterlerin çoğunu bilinçli şekilde flu tutması, göçmenlik deneyimini ima eden sahne yapıları ve alttan alta işlenen ırksal gerilimler… Tüm bunlar, Coogler’ın artık yalnızca bir yönetmen değil, çağının anlatıcısı olduğunu kanıtlıyor.

Tugce Madayanti ŞEN

Daha Fazlasını Göster