Hesabım
    Çarpışma
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Çarpışma

    Bu Filme Dikkat!

    Yazar: Ali Ercivan

    İlk hangi filmle başladı, şimdi adını koymak güç. 1999 yılında Manolya (Magnolia) ile, P.T. Anderson'ın gözünden bol karakterli bir Los Angeles öyküsü izledik. Hemen ertesi yıl, Meksika'dan Alejandro Gonzalez Inarritu, Paramparça Aşklar Köpekler(Amores Perros) ile çok sayıdaki karakterlerini bir trafik kazasının etrafında birbirlerine bağladığı bir kent draması sundu. Son dönemde, Gece 11:45 gibi filmlerle Türk sinemasında bile karşılığını bulmuş bir izleğe dönüştü bu yapı. Tabii aslında her şeyin temelinde, Robert Altman'ın 70'li yıllardan beri yaptığı sinema var.

    Çarpışma (Crash) ile sinemadaki ilk yönetmenlik denemesine imza atan Paul Haggis'i, Milyonluk Bebek'in (Million Dollar Baby) senaristi olarak tanıyoruz. Aslında senarist olarak Oscar ödülüne aday gösterildiği bu yapımdan daha önce çektiği ama gösterimi bu yıla ertelenmiş olan ilk filminde Haggis, Los Angeles'ta iki günlük bir zaman zarfında cereyan eden olaylar aracılığıyla, Amerika'nın çok kültürlü yapısı içindeki hoşgörüsüzlüğü, gündelik hayattaki ırkçılığı anlatıyor. Bu açıdan, John Sayles'in kıymeti yeterince bilinmemiş başyapıtı Lone Star ile de göbek bağı olduğu kanaatindeyim.

    Yolları birbirleriyle farklı şekillerde kesişen, farklı ırk, etnik köken ve sosyal sınıflardan bir grup insanın öyküsünü anlatan Çarpışma, her şeyden önce sağlam kurulmuş yapısı ve kıvrak, zeki diyaloglarıyla seyirciyi içine alıyor. Çok fazla öykü içermesine ve aslında oyuncuların her birine film içinde oldukça kısa süreler düşüyor olmasına karşın, karakterlerin her birinin yaşıyor olması da ayrı bir başarı.

    Tabii filmi böylesine etkili kılan şey sadece matematik başarısı değil. Haggis'in tüm karakterlerine eşit mesafede durmayı başarması ve yüzümüze çarptığı sert gerçeklerin hiçbiri için kolaycı çözümler üretmemiş olması da filmin en önemli gücü. Her şeyin en beklediğimiz gibi, klişelere en uygun ilerlediğini düşündüğümüz anlarda bizi sarsmayı ve gerçek hayatta hiçbir çözümün bu kadar basit olmayacağını hatırlatmayı başarıyor.

    Film, karmaşık yapısı içinde çok güçlü dramatik gerilimler de yaratıyor. Özellikle filmin ortalarında yer alan bir araba kazası sahnesi var ki. Bir önceki gece basbayağı bir cinsel taciz ve ırkçılık olayında karşı karşıya gelmiş iki kişiyi, bu kez yaşamlarının söz konusu olduğu şartlar altında karşılaştırıyor yönetmen. Öykünün gelişimi, sahneyi öyle bir dramatik çelişkiyle besliyor ki, karşınızdaki sanki bir film olmaktan çıkıyor ve patlamaya hazır bir bombaya dönüşüyor. Bırakın Amerikan sinemasını, uzun zamandır hiçbir filmde yaratıldığına şahit olmadığım ölçüde güçlü bir dramatik gerilim yaratılmış söz konusu sahnede. Hangi sahneden bahsettiğimi, izlerken anlarsınız. İnsanı olduğu yere çivilememesi mümkün olmayan bir sahne çünkü bu.

    Aslında filmle ilgili eleştirilebilecek noktalardan biri de aslında bu sahneyle bağlantılı. Çünkü Çarpışma, doruk noktasını yaklaşık olarak 70. dakikasında sunuyor zaten. Film, her ne kadar aynı ölçüde iyi bir film olmaya sonuna kadar devam etse de, aynı zirveyi tekrar yapamıyor. Söz konusu sahne filmin daha ilerleyen bir aşamasında yer alsa daha iyi olurmuş diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

    Bir itiraz da filmin son dakikalarda biraz fazla naifleşmesine olabilir. Bu denli gerçekçi ve sert bir filmin, giderayak aile, yuva gibi kurumlara bu denli sığınması, insanın tadını biraz olsun kaçırmıyor değil doğrusu. Ayrıca, genç siyah hırsızın fazla göstermelik ve romantik fedakarlığı da ne kadar inandırıcı, tartışmaya açık. Fakat filmin Amerikan toplumuyla ilgili sözleri açısından, ne kadar didaktik de olsa yersiz bir son nokta sayılmaz bu.

    Bu denli kalabalık ve başarılı bir oyuncu kadrosundan bahsetmeden geçmek olmaz tabii. Filmin senaryo dışında bazı oyunculuk kategorilerinde de önümüzdeki yıl Oscar ödülüne aday gösterileceği inancı büyük. Kendi adıma, bu geniş kadro içinden bir veya iki kişiyi ayırıp da ödüllere aday göstermenin haksızlık olacağını düşünüyorum. Çünkü birbirleriyle aşağı yukarı eşit büyüklükte rolleri olan 10'un üzerinde aktörün her biri eşit derecede başarılı performanslar veriyorlar.

    Tabii birer yıldız oldukları için, Matt Dillon ve Sandra Bullock'un isimleri daha ön planda anılıyor. Dillon gerçekten filmin kilit ve antipatik karakterlerinden birinde, son derece ölçülü ve ekonomik bir performans veriyor. Zaten tüm oyunculuklar için aynı şekilde "ekonomik" tanımını kullanabiliriz. Bullock'un rolü ise, yardımcı oyuncu kategorileri için bile çok ufak sayılır. Ama içinde bulunduğu her sahnede son derece etkili olduğunu da belirtmek gerek. Aynı ölçüde başarılı diğer kadın oyuncu Thandie Newton'a kıyasla, ödül potansiyeli açısından da çok daha elverişli bazı tiratları bulunan Bullock, belki Akademi'nin radarına hemen bu yıl giremez ama uzun vadede iyi bir oyuncu olarak ciddiye alınması için önemli bir adım attığı muhakkak.

    Filmin en akılda kalıcı performanslarından bir diğerini de, şaşırtıcı ölçüde Benicio Del Toro'ya benzeyen ve bu filmle birlikte ciddi bir çıkış sağlayan siyah oyuncu Terrence Howard veriyor. Başta Don Cheadle olmak üzere tüm oyuncuların başarıyla kullandığı sessiz anları, Howard da etkili bir şekilde değerlendiriyor. Yönetmen Haggis'in kamerası ve kurgusuyla tüm oyuncularına karakterlerini ete kemiğe büründürmek için zaman verdiğini ve tüm oyuncuların da kendilerine verilen zamanı akıllıca değerlendirdiklerini görüyoruz. Filmin dramaturji, dramatik çatışma ve oyuncu yönetimi açılarından ders malzemesi edilecek ölçüde başarılı olduğunu teslim etmek gerek.

    Karşımızda, yargılarda bulunmayan ama Los Angeles özelinde kozmopolit kent yaşamına dair gerçekçi tespitler sunan bir film var. Buradaki durumları ve karakterleri örneğin İstanbul'a uyarlamak da hiç zor olmazdı. İster siyaseten doğruculuk kalkanının arkasına saklanalım, ister sınırları koruma altındaki kendi yaşam alanlarımızın ardına, büyük kent insanları olarak aynı iletişimsizlik ve hoşgörüsüzlük hepimizin yaşamlarının bir parçası. Çarpışma, bu sorunların sadece yüzeydeki izlerine değil; içimizdeki, kendimizin bile farkında olmadığı, kaçındığı yüzlerine ayna tutuyor. Ve hiç şüphesiz, daha şimdiden 2005 yılının en iyi filmleri arasında yerini alıyor.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top