Hesabım
    Göl Evi
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Göl Evi

    <b>Göl Evi</b> Manzaralı bir Aşk

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Aşırılık ve abartı, her ne kadar kelime anlamlarıyla kontrolden çıkmayı çağrıştırsalar da, aslında içten içe olağanüstü denge gerektiren kavramlar. Çünkü aşırılık derken gereğinden fazla olan bazı kavramların kendi içlerinde oluşturdukları bir harmoniden bahsediyoruz aslında. Kendi hayatımız için böyle bir görüş belirtmek biraz ters ve gereksiz olsa da, sinemasal gerçeklikte ortaya konan aşırılıkların eninde sonunda birleşip belirli bir uyum yaratması bekleniyor.

    Özel bir his uyandırmak amacıyla yaratılmış kasıtlı bir aşırılığın olmadığı filmlerde, abartılı sahneler eşliğinde, gündelik hayatın bir parçasıymış gibi gösterilen aşırı sevgiler, aşırı yalnızlıklar ve aşırı hareketli maceralar, seyircinin filme olan inancını kaybetmesine ya da filmden çıkan bir izleyicinin kendi gerçek hayatına olan güveninin sarsılmasına neden olabiliyorlar. Her iki durumda da, bir filmdeki gerek içeriksel gerek görsel dengesizlik, işleri çığırından çıkarabiliyor. Il Mare isimli 2000 yapımı bir Kore filminden uyarlanan, Alejandro Agresti yönetmenliğindeki Göl Evi de, bana kalırsa bu tarz bir dengesizliğin kurbanı.

    Ernst Lubitsch'in The Shop Around The Corner'ından beri sinema camiasınca çok sevilen "mektup arkadaşlığından doğan aşk" temasını, hikayesinin merkezine oturtan film, esasında doğu felsefelerine özgü, mistik bir olay örgüsünün yardımıyla "yanlış zaman-yanlış yer" olgusunu anlatmak niyetinde. Hikayenin kırılma noktaları ve dile geldiği ortam da, bu niyeti anlatmaya oldukça yatkın.

    Çünkü farklı yıllarda aynı evde yaşamış ve sihirli bir posta kutusu aracılığıyla birbirlerine aşık olmuş Alex ve Kate'in ilişkilerinin doğası gereği apayrı bir büyüsü ve hikayelerinin bütün yolları kadere açılan ruhani bir havası var. Kendileri de gösterişten uzak hayatlar yaşayan Kate ve Alex'in aralarındaki bağı dile getirmek için herhangi bir abartıya da ihtiyaç yok.

    Oysa iki karakterin mektup trafiklerini paralel kurguyla gösteren, yollarını en olmadık anlarda dahi kesiştiren ve iki karakteri farklı zaman dilimlerinde aynı kadraja hapseden yönetmen, Alex ve Kate'in birbirlerine ulaşamamalarında yatan esas dramatik romantizmi gölgeliyor ve hikayeyi sıradanlaştırıyor. Bu ilişkiye yüklemeye çalıştığı şaşalı romantizm ve ekstra tesadüfi olaylarla karakterlerin aşkını izleyicinin gözüne sokuyor ve vermek istediği "yanlış zaman-yanlış mekan" fikrinin yüksek sesle söylenmesine kendi kendine engel oluyor. Filmin ana fikri de, "aşk öyle büyük bir duygu ki, sevenleri, ne olursa olsun tüm engelleri aşarak birbirlerine kavuşturur" gibi banal bir cümleyle özetlenebilir hale geliyor.

    Keza, filmde aşırıya kaçırılan kadercilik duygusunun devamı için gösterilen çaba, hikayede belirgin boşluklar oluşmasına da sebebiyet veriyor. Her iki karakterimizin de geçmişlerine ve aile hayatlarına yapılan vurgular, karakterlerin yollarını kesiştirip filmi sürükleyecek yan temalar ortaya çıkarsalar da, bu temaların ana gidişatla sıkı sıkıya bağlanacaklarına dair beklentilerimiz maalesef boşa çıkıyor. Böylelikle film bittiğinde farkına varıyoruz ki, aklımız, havada kalan birçok küçük ayrıntı, yerli yerine oturmayan birçok söz ve işlevini kavrayamadığımız değişik karakterlerle dolu.

    Bu akıl karışıklığının derinine inmeye başladığımızda ise anlıyoruz ki, aslında Kate ve Alex'in ilişkisinin nasıl başladığından nasıl geliştiğine dek olan olay örgüsünde de, belirgin soru işaretleri mevcut. Zaman paradoksu kuramına sarf edilen minimum alakayla doğan bu soru işaretleri, filmde geçmiş ve gelecek kavramlarının zamanla bir çocuk oyununa dönüşmesi ve gelecekten geçmişe yapılan onca müdahaleye rağmen ilişkide herhangi bir kırılmanın yaşanmaması sonucunda, daha da çoğalıyor. Böyle üstün körü bir kurulumla zaten gereğinden fazla güzel ve büyülü olan Kate ve Alex'in ilişkisi daha da akıl karıştırıcı bir hal alıyor.

    Film, üzerinde fazla düşünülmemiş izlenimi verip ardındaki anlamı bulma beklentilerimizi suya düşürüyor. Anlayacağınız, içeriğinin kafamızda oluşturmasını umduğumuz onca anlamlı imgeye rağmen sadece göze ve gönle hitap etmekte ısrar eden bir film, Göl Evi. Gözler önüne serdiği mimari güzelliklerle, ayrıntıları havada kalan fantastik bir aşkla, Sandra Bullock ve Keanu Reeves'in fiziki güzellikleriyle ve abarta abarta bitiremediği romantizmiyle bir buçuk saatten biraz daha uzun bir süre bizi hoş tutan eğlencelik bir yapım.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top