Tüm Zamanların En Çok Sevilen 15 Netflix Orijinal Filmi

Netflix’in bugüne kadar ürettiği, en beğenilen 15 orijinal filmi bir araya getiriyor ve platformun sinema alanındaki en güçlü işlerini öne çıkarıyoruz.

Collider

Netflix'in ivme kaybettiği artık bir sır değil; platform, yüz binlerce abone kaybediyor. Bunun birçok nedeni var: Diğer dijital platformlarla artan rekabet ve insanların evde geçirdiği sürenin azalması bunlardan sadece bazıları. Bu kayıpların, Netflix'in içerik üretimi ve dağıtım stratejilerini ne ölçüde değiştireceği ise henüz belirsiz. Nitekim, Netflix’in orijinal içerikleri zaman zaman oldukça dengesiz olabiliyor. Platform, daha çok niş kitlelere hitap eden çok sayıda film ve dizi üretmeye yöneldi. Ancak bunların hepsi istenilen etkiyi yaratamıyor.

Yine de, Netflix bazı yüksek kaliteli yapımlarıyla pek çok ödül kazanmayı ve geniş çapta övgü almayı da başardı. Baskın yayın platformu olarak konumunu kaybetmeye başlasa da, orijinal yapımları sayesinde Hollywood’la yarışabilecek düzeyde olduğunu kanıtlamaya devam ediyor. Seçtiğimiz 15 Netflix filmi ise bu başarıların en öne çıkan örnekleri oldu:

"The King" (2019)

Netflix

David Michôd’un yönettiği "The King", Netflix’in dikkat çeken orijinal yapımlarından biri olan tarihi bir dramadır ve William Shakespeare’in Henriad adlı oyun serisinden esinlenilmiştir. Orta Çağ İngiltere’sinde geçen film, ağabeyinin ölümünden sonra beklenmedik şekilde tahta çıkan genç Kral 5. Henry'nin (Timothée Chalamet tarafından canlandırılıyor) liderlik sorumluluklarıyla yüzleşmesini, siyasi entrikalarla ve savaşlarla dolu zorlu sürecini konu alır.

Timothée Chalamet’nin Kral 5. Henry performansı beklendiği gibi etkileyici olsa da, film genel olarak tarihî doğruluktan uzak olması nedeniyle eleştirmenlerden olumsuz yorumlar aldı. Yapım, yalnızca Shakespeare uyarlamasında büyük değişiklikler yapmakla kalmıyor, aynı zamanda tarihsel gerçeklerle de sıkça çelişiyor. Tarihî detaylara fazla takılmayan izleyiciler, güçlü oyunculuklar ve epik sahneler sayesinde filmden keyif alabilir. Ancak dönem filmlerini tarihî doğruluğu için izleyenler, "The King"in abartılı dramatik yorumları nedeniyle hayal kırıklığına uğrayabilir.

"Uncut Gems" (2019)

Netflix

Safdie Kardeşler'in yönettiği bu Netflix suç gerilim filminde Adam Sandler, alışıldık komedi karakterini bir kenara bırakıyor ve kariyerinde daha önce görülmemiş kadar karanlık ve ciddi bir rolle karşımıza çıkıyor. "Uncut Gems", bir zamanların başarılı kuyumcusuyken şimdi bir kumar bağımlısına dönüşen Howard Ratner’ın (Sandler) hikâyesini anlatıyor. Howard, hayatını kökten değiştirebilecek ya da onu tamamen mahvedebilecek yüksek riskli bir bahse girer. Öfkeli alacaklılarla başa çıkmak zorunda olan Howard, işini, ailesini ve hayatını kurtarmak için her şeyini riske atar ve hepsi büyük bir kazancın peşinde umutsuz bir arayış uğrunadır.

Film vizyona girdiğinde, Adam Sandler’ın çaresiz bir adamı canlandırdığı güçlü ve dramatik performansı büyük övgü aldı. Çoğu Sandler filmi gibi komedi odaklı olmayan "Uncut Gems", yüksek tansiyonlu, yoğun bir anlatı sunuyor ve zaman zaman kara mizah ögeleriyle dikkat çekiyor. Film, trajedi, suç ve karakter derinliğini ustaca harmanlayarak seyirciye enerjisi yüksek bir suç draması sunuyor.

"The Swimmers" (2022)

Netflix

"The Swimmers", izleyicinin yüreğine dokunan ama aynı zamanda sürükleyici bir biyografik spor dramı. Film, gerçek hayatta da kardeş olan iki Suriyeli kız kardeşin (Nathalie Issa ve Manal Issa) inanılmaz gerçek hikâyesini konu alıyor. Kız kardeşler, Ege Denizi’ni geçerek bir grup mülteciye yardım etmek için zorlu bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuk, onları zamanla Olimpiyat hayaline götüren bir yola sürüklüyor; sonunda Mülteci Olimpiyat Takımı’na katılıyor ve bu takımın simgesi hâline geliyorlar.

Film, genç Suriyeli mülteciler Yusra Mardini ve Sarah Mardini’nin olağanüstü cesaretini gözler önüne sererken, seyirciyi hem ilham veren hem de rahatsız eden bir anlatıyla baş başa bırakıyor. Özellikle de final jeneriği geldiğinde, Sarah’nın mültecilere yardım ettiği gerekçesiyle uzun süreli hapis cezası alma riskiyle karşı karşıya olduğu bilgisi izleyicide sarsıcı bir etki yaratıyor.

"Tick, Tick... Boom!" (2021)

Netflix

Lin-Manuel Miranda’nın yönetmenliğini üstlendiği "Tick, Tick... Boom!" (ya da stilize edilmiş adıyla tick, tick… BOOM!), umut veren bir müzikal başyapıt olarak, mücadele içindeki bir sanatçının duygusal hikâyesini etkileyici bir şekilde beyazperdeye taşıyor. Film, 30. yaşına yaklaşırken hayatındaki kararları sorgulayan yetenekli besteci Jonathan Larson’ı (Andrew Garfield) takip ediyor. Yoğun ama verimsiz kariyeri, hem ilişkilerinde hem de iç dünyasında çatışmalara yol açarken, Larson’ın sanat aşkıyla kişisel çıkmazları iç içe geçiyor.

Film kısa sürede, tutkuyu her şeye rağmen sahiplenmenin ne anlama geldiğini ve bunun sanatçılar için nasıl bedeller doğurabileceğini sorgulayan bir hikâyeye dönüşüyor. Sanatın getirdiği ihtişamı ve yalnızlığı yüreklere dokunan sahnelerle harmanlayan bu 2021 yapımı film, yaratıcı ifadenin gücüne yazılmış etkileyici bir ağıt niteliğinde. Andrew Garfield, kusurlarıyla ama tutkularıyla derinleşen Jonathan Larson rolünde göz kamaştırıyor ve karakterinin dönüşüm yolculuğuyla hem duygulandırıyor hem de ilham veriyor.

"Nimona" (2023)

Netflix

Netflix’in animasyon alanındaki gücünü kanıtlayan en güncel yapımlardan biri olan "Nimona", bilimkurgu, fantezi ve macerayı harmanlayarak baş karakterinin sıra dışı hikâyesini anlatıyor. Chloë Grace Moretz’in seslendirdiği Nimona, kendisini bir suçla itham edilmiş eski bir şövalyeyle birlikte bulur. Ancak işler karmaşıktır, çünkü bu şövalye bir zamanlar Nimona gibi şekil değiştirenleri öldürmeye yemin etmiştir. Yine de birlikte çıktıkları yolculuk, onun önyargılarını sorgulamasına ve Nimona’nın göründüğünden çok daha fazlası olduğunu fark etmesine yol açar.

Klasik peri masalı kalıplarını altüst eden bu eğlenceli ve isyankar film, hafif alaycı mizahı ve enerjik anlatımıyla dikkat çekerken, duygusal olarak da şaşırtıcı derecede derin bir hikâye sunuyor. Elbette tüm bunlar, animasyonun ne kadar geliştiğini ve bu türden daha neler beklenebileceğini gözler önüne seren yaratıcı ve çarpıcı görsellerle tamamlanıyor. "Nimona", Netflix’in animasyon sinemasındaki potansiyelini güçlü bir şekilde temsil eden filmlerden biri.

"The Two Popes" (2019)

Netflix

"The Two Popes", Katolik Kilisesi’nin yakın tarihine ışık tutan çarpıcı bir dramatik anlatıyla, Papa XVI. Benedict (Anthony Hopkins) ile geleceğin Papa’sı Jorge Bergoglio’nun (Jonathan Pryce) Vatikan’daki tarihi buluşmasını merkeze alıyor. Kilise içindeki yolsuzlukların belgelerle ifşa edilmesinin ardından, Papa Benedict, Bergoglio’yu istifasını geri çekmesi için Vatikan’a çağırır. Bu çağrının ardında ise sadece bir kişisel ikna çabası değil, aynı zamanda modern dünyanın inançla olan çelişkilerine dair derin bir yüzleşme yatmaktadır.

Film, büyük ölçüde bu iki karakterin diyaloglarına odaklanan bir yapıda ilerliyor. İkilinin sohbetlerinde Tanrı’ya hizmetin anlamı, Kilise’nin 21. yüzyıldaki rolü ve hatta ABBA gibi sürpriz konular yer alıyor. Anthony Hopkins’in sert ve alaycı tavırlarıyla, Jonathan Pryce’ın dışa dönük ama içsel bir derinlik taşıyan Bergoglio yorumu birbirini mükemmel biçimde dengeliyor. "City of God" ve "The Constant Gardener" gibi filmleriyle tanınan Fernando Meirelles, bu diyalog yoğun hikâyeye enerjik kamera kullanımı ve beklenmedik bir soundtrack ile hayat veriyor.

"The Two Popes", sadece dini bir liderlik tartışması değil; aynı zamanda bağışlama, değişim ve anlayış üzerine düşünmeye teşvik eden neşeli ve insani bir film olarak öne çıkıyor.

"The Mitchells vs. the Machines" (2021)

Netflix

Eğlenceli ve çılgın bir animasyon olan "The Mitchells vs. the Machines", üniversiteye başlayacak olan kızları Katie’yi (Abbi Jacobson seslendiriyor.) okula bırakmak üzere yola çıkan, dağınık ve sorunlu bir ailenin hikâyesini konu alıyor. Yolculuk zaten zor başlarken, robotların isyan edip dünyayı ele geçirmeye çalışmasıyla işler tam anlamıyla çığırından çıkıyor. İnsanlığı kurtarma görevi ise hiç beklenmedik bir şekilde bu uyumsuz ailenin eline kalıyor — özellikle de kötü yapay zekâ PAL’in (Olivia Colman seslendiriyor.) dünyayı ele geçirme planı devreye girdiğinde.

Kendine özgü görsel tarzı, kahkaha attıran ve bir o kadar da tanıdık karakterleriyle öne çıkan film, özellikle ailece izlemek için ideal bir Netflix yapımı. Absürt mizahın yanı sıra oldukça içten bir mesaj da barındırıyor: Aile bağlarının değeri ve sosyal medyanın hayatımızı ne kadar etkilediği. Ancak bu mesajı izleyiciye doğrudan değil, filmin sevimli tuhaflıkları ve sıcak karakter etkileşimleriyle eğlenceli bir biçimde aktarıyor.

"Guillermo del Toro's Pinocchio" (2022)

Netflix

"Guillermo del Toro's Pinocchio", klasik peri masalına karanlık ve dokunaklı bir yorum getiriyor. Karanlık fantezi türündeki bu film, tahtadan bir çocuk olan Pinokyo’nun (Gregory Mann) insan olmanın ne anlama geldiğini keşfetme sürecini konu alıyor. Babası Gepetto’nun (David Bradley) ve vicdanı rolündeki Cırcır Böceği’nin (Ewan McGregor) rehberliğinde başlayan bu yolculuk, Pinokyo’yu tehlikeli sulara sürükleyen olaylarla şekilleniyor.

Del Toro’nun versiyonu, yas ve alkolizm gibi ağır temalara daha fazla ağırlık veriyor ve bazı rahatsız edici sahneleri doğrudan ve sansürsüz şekilde yansıtıyor. Ünlü yönetmenin alametifarikası olan ürkütücü yaratıklar bu filmde de karşımıza çıkıyor; özellikle büyülü peri figürü, klasik masallardaki ışıltılı ve iyi huylu tiplemelerden oldukça farklı bir şekilde tasarlanmış. Tüm bu karanlık atmosferin içinde ise film, etkileyici müzikal sekanslar ve olağanüstü stop-motion animasyonuyla parlıyor.

"Beasts of No Nation" (2015)

Netflix

Şiddet dolu bir iç savaşın gölgesinde geçen "Beasts of No Nation", kurgusal bir Afrika ülkesinde çocuk asker olan Agu’nun (Abraham Attah) hayatını merkezine alıyor. Agu, acımasız bir savaş ağası olan Komutan’ın (Idris Elba) himayesinde, kaybolmuş ve umutsuz çocuklardan oluşan bir gerilla ordusuna katılıyor. Komutan, iktidarını pekiştirmek için bu masum çocukları birer savaş makinesine dönüştürmekten çekinmiyor. Ancak bu süreçte, sayısız hayat geri dönülmez biçimde değişiyor.

"No Time To Die" ile son olarak James Bond evreninde yönetmenlik yapan Cary Joji Fukunaga’nın üçüncü uzun metraj filmi olan "Beasts of No Nation", yönetmenin HBO'nun efsanevi dizisi "True Detective"in ilk sezonunda kullandığı görsel estetik ve duygusal mesafeyi bu kez savaşın dehşeti üzerine kurulu bir hikâyeye taşıyor.

"Roma" (2018)

Netflix

Ödüllü bir Netflix orijinal filmi olan "Roma", 1970’lerin Meksika’sında üst sınıf bir ailenin hizmetçisi olan Cleo’yu (Yalitza Aparicio) merkeze alıyor. Aile, sorunlu bir evlilik sürdüren Antonio (Fernando Grediaga), Sofía (Marina de Tavira) ve dört çocuklarından oluşmaktadır. Cleo’nun bir ilişkiden hamile kalması, onun tüm hayatını altüst eder. Aynı dönemde Antonio’nun bir başka kadınla kaçması üzerine Sofía, Cleo’yu çocuklarla birlikte tatile davet eder — bu da aralarındaki bağın derinleşmesini sağlar.

"Roma", olaylardan ziyade karakterlere ve görsel anlatıma odaklanan bir “yaşamdan kesit” filmi. Alfonso Cuarón’un yönetmenliğini üstlendiği bu yapım, yönetmenin bugüne kadar çektiği en kişisel film olarak öne çıkıyor. Cuarón’un kariyeri her zaman benzersiz olmuştur; "Y tu mamá también" gibi samimi dramalardan "Harry Potter and the Prisoner of Azkaban" ve "Children of Men" gibi görsel açıdan iddialı epik filmlere uzanır. "Roma", bu geniş filmografiden farklı unsurları bir araya getiriyor: Duygusal bir hikâye anlatımıyla, çarpıcı ve stilize görselleri buluşturuyor.

"Trial of the Chicago 7" (2020)

Netflix

"The Trial of the Chicago 7", 1968’deki Demokratik Ulusal Kongre sırasında Vietnam Savaşı’na karşı düzenlenen protestoları ve bu olayların ardından yaşanan süreci konu alıyor. Barışçıl başlamasına rağmen şiddetli isyanlara dönüşen bu gösteriler sonrasında, aralarında aktivistlerin de bulunduğu yedi kişi ciddi suçlamalarla yargılanıyor. Dava, tüm ülkede özgürlük ve protesto hakkı üzerine hararetli tartışmaların odağı haline geliyor.

Film, 2020 yılında yaşanan protesto dalgasının hemen ardından yayımlanarak zamanlaması açısından büyük yankı uyandırdı. Senarist ve yönetmen Aaron Sorkin, bu tarihi olayı kendi tarzıyla, keskin ve tempolu diyaloglarla günümüz izleyicisine uyarladı. "The Trial of the Chicago 7", dramatik yapısına rağmen bolca mizah da içeriyor; özellikle Abbie Hoffman (Sacha Baron Cohen) ve Jerry Rubin (Jeremy Strong) arasındaki “Cheech & Chong” tarzı dostluk dikkat çekiyor. Oyuncu kadrosunda yer alan Eddie Redmayne, Mark Rylance ve Caitlin FitzGerald da etkileyici performanslar sergiliyor.

"All Quiet on the Western Front" (2022)

Netflix

Artık Netflix’in en iyi filmleri arasında yer alan ve IMDb’de de izleyici favorileri arasına giren "All Quiet on the Western Front", Erich Maria Remarque’ın 1929 tarihli Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok romanından uyarlanan sarsıcı bir Alman anti-savaş filmi. Edward Berger’in yönetmenliğini üstlendiği film, I. Dünya Savaşı sırasında geçiyor ve 17 yaşındaki Paul Bäumer’in (Felix Kammerer) arkadaşlarıyla birlikte Alman İmparatorluk Ordusu’na katılmasını konu alıyor. Ancak Paul, savaşın devlet propagandalarının çizdiği destansı tabloyla hiçbir ilgisi olmadığını çok geçmeden anlıyor.

"All Quiet on the Western Front", savaşın acımasız gerçeklerini gözler önüne sermekten çekinmeyen, yürek burkan bir deneyim sunuyor. Devasa savaş sahneleri, ürpertici müzikleri ve sarsıcı anlatımıyla sadece başarılı bir yeniden çevrim değil, aynı zamanda şimdiye kadar yapılmış en etkileyici savaş filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Film, savaşın dehşetini ve anlamsızlığını o kadar çarpıcı şekilde aktarıyor ki, kapanış jeneriği geldiğinde izleyiciyi derin bir umutsuzluk ve sorgulamayla baş başa bırakıyor.

"The Irishman" (2019)

Netflix

Netflix’te bugüne kadar en çok beklenen filmlerden biri Martin Scorsese imzalı "The Irishman" oldu. Scorsese’nin Robert De Niro, Al Pacino, Joe Pesci ve Harvey Keitel gibi efsanevi oyuncularla yeniden bir araya geldiği bu yapım; üç buçuk saatlik süresiyle, yalnızca bir dijital platformun cesaret edebileceği bir destan niteliğinde. Yönetmen, bu filmle birlikte gangster türüne geri dönerken, De Niro gerçek bir mafya tetikçisini canlandırıyor.

"The Irishman", zaman zaman temposunu kaybedebiliyor ve dijital gençleştirme efektleri bazı seyirciler için rahatsız edici olabiliyor; ancak genel anlamda, Scorsese’nin mafya temalı filmlerine hem bir saygı duruşu hem de olgun bir kapanış bölümü sunuyor. Tıpkı yönetmenin en iyi işlerinde olduğu gibi, film şiddet, ahlak ve kimlik gibi ağır temaları masaya yatırıyor ama kolay yanıtlar sunmuyor. Mafya filmleriyle büyümüş izleyiciler için bu yapım, güçlü oyunculuklarla bezeli duygusal bir veda niteliği taşıyor.

"Marriage Story" (2019)

Netflix

Yönetmen Noah Baumbach, yıllardır diyalog ağırlıklı ve eleştirmenlerce beğenilen filmlerle tanınıyor. "The Squid and the Whale" ve "The Meyerowitz Stories" gibi yapımlarda olduğu gibi, Baumbach’ın en iyi filmleri aile ve ilişkiler üzerine keskin bir zeka eşliğinde acımasız içsel kazılar sunar. "Marriage Story", bu formülü daha da ileri taşıyarak Netflix'in en iyi yapımlarından biri olarak öne çıkıyor — bunda başrollerin katkısı büyük.

Scarlett Johansson ve Adam Driver, boşanma sürecinde olan bir oyuncu ve yönetmeni canlandırırken olağanüstü performanslar sergiliyor. Çocukları, müdahaleci akrabaları ve bastırılmış duygularla dolu bu karmaşık ayrılık sürecinde, Baumbach’ın zekice yazılmış diyaloglarını adeta bir şarkı gibi dillendiriyorlar. Özellikle Adam Driver, bu filmde oyunculuk kariyerinin en derin duygusal performanslarından birini sunuyor. Canlandırdığı karakterin acısını ve umutsuzluğunu gerçekçi bir şekilde yansıtarak izleyicide derin bir etki bırakıyor. "Marriage Story", sadece bir boşanma hikâyesi değil; sevgi, kayıp, özlem ve kişisel büyüme üzerine incelikli bir portre.

"Klaus" (2019)

Netflix

"Klaus", Noel klişelerini bir kenara bırakıp Noel Baba efsanesine taze ve özgün bir yorum getiriyor. Hikâye baştan sona çığır açıcı olmasa da, Jason Schwartzman, J.K. Simmons ve Rashida Jones gibi yetenekli seslendirme kadrosu sayesinde baştan sona sıcaklık ve çekicilik taşıyor. Film, okulda başarısız olduktan sonra uzak ve soğuk bir kasaba olan Smeerensburg’a sürgün edilen postacı Jesper Johansen’in (Schwartzman) hikâyesini anlatıyor. Jesper, ayrıcalıklı geçmişinin burada hiçbir anlamı olmadığını fark ederken, şans eseri tanıştığı içine kapanık marangoz Klaus (Simmons) sayesinde kasabayı dönüştürmeye başlıyor.

Filmin asıl yıldızı ise animasyon tarzı. Ahşap baskılar ve klasik el çizimi Disney filmlerinden ilham alan bu görsel stil, "Klaus"u benzerlerinden ayırıyor. Yönetmen Sergio Pablos, daha önce "Tarzan" ve "Hercules" gibi yapımlarda Disney’in el çizimi departmanında çalışmış bir isim. "Klaus", o dönemin sıcak ve doğal havasını günümüz izleyicisine yeniden sunarken fotogerçekçi CGI’ın egemen olduğu animasyon dünyasına da hoş bir alternatif oluşturuyor.

facebook Tweet
Benzer Haberler