82. Venedik Film Festivali’nin En Heyecan Verici 10 Filmi

Oscar yolculuğunun başlangıç duraklarından biri olarak görülen Venedik, bu yıl da hem büyük yapımlara hem de cesur bağımsız filmlere ev sahipliği yapıyor.

.

Venedik Film Festivali her zaman ödül sezonunun gayriresmî açılışı olarak kabul edilmiyordu. Uzun yıllar boyunca festival, daha çok sanat sinemasının en iyi örneklerini sunan, yıldızlarla dolup taşmasa da yüksek profilli bir vitrin olarak görülüyordu. Ancak bundan on yıl kadar önce festival, takvimdeki şanslı konumunun farkına vardı: Toronto’dan hemen önce ve Telluride ile aynı döneme denk gelen bu tarih, Venedik’in daha büyük, Oscar dostu bir etkinliğe dönüşmesi için idealdi.

Bugün festival, hibrit bir kimliğe sahip. Bir yandan devasa (çoğunlukla Amerikan) yapımların prömiyerlerine sahne olurken, diğer yandan bağımsız ve daha deneysel filmleri de programında barındırıyor. Festivale katılan sinemaseverler için asıl mesele, “önemli” filmler ile “keşif” filmleri arasında denge kurmak: Büyük stüdyo yapımlarıyla seyircinin radarına sonradan girecek küçük ama güçlü işlerin bir arada keşfedilmesi.

Bu yılki seçki de tam olarak bunu vaat ediyor. İşte 82. Venedik Film Festivali’nde gösterilecek en heyecan verici ve umut vadeden filmlerden 10 tanesi…

Bugonia

Focus Features

Yorgos Lanthimos, Emma Stone ve Jesse Plemons’u yeniden bir araya getiriyor; bu kez tuhaf bir klasik olan Kore yapımı film Save the Green Planet!’in yeniden çevrimiyle. Plemons, insanlığın bir uzaylı ırkı tarafından deneylere tabi tutulduğuna inanan umutsuz ve hayata yenik düşmüş bir adamı canlandırıyor. Stone ise bu delinin elinde rehin kalan güçlü bir ilaç şirketi yöneticisini oynuyor. Bu hikâyeyi en umut verici (ve bir o kadar da rahatsız edici) kılan nokta ise, hem yirmi yılı aşkın bir geçmişe dayanan bir filme uyarlanmış olması hem de sürrealizme meyilli bir yönetmenin elinden çıkmasına rağmen, bugünün manşetlerinden alınmış gibi taze ve güncel hissettirmesi.

Frankenstein

Netflix

Hikâyeyi biliyoruz. Ama hem vizyoner hem de türün klasiklerine bağlı bir yönetmen olan Guillermo del Toro’nun, tüm sonraki canavar ve deli hikâyelerinin atası sayılan o ilk korku romanına geri dönmesinde hâlâ iştah kabartan bir yan var. Oscar Isaac doktoru canlandırırken, Jacob Elordi onun yaratığını, Mia Goth ise nişanlısını oynuyor. Önceki uyarlamalar doğal olarak daha çok doktorun hezeyanlarına odaklanıyordu. Ancak düşünceleri beyazperdeye aktarmakta bu kadar başarılı bir oyuncu olan Isaac’in, entelektüel taraf ile deliliğin arasındaki bu dengeyi nasıl kuracağı merak konusu.

Jay Kelly

Netflix

George Clooney ünlü bir aktör, Adam Sandler onun menajeri ve birlikte Avrupa’yı dolaşıyorlar. Evet… işte hikâye bu kadar; pek de dramatik sayılmaz. Ancak filmin arkasında, sıradan hayatın küçük ayrıntılarından mizahi-dramatik gökdelenler inşa edebilen Noah Baumbach var. Son filmi olan Don DeLillo uyarlaması White Noise, yönetmeni adeta sinema mahkûmiyetine sürükledi. Film, Venedik Film Festivali’nin açılış gecesinde kendine yer buldu ama küçük bir Orta Avrupa ülkesinin millî gelirine denk bir bütçeye mal olup karşılığında neredeyse hiçbir şey getirmedi. Yine de Baumbach, Marriage Story ve The Meyerowitz Stories gibi yapıtlarıyla zamanımızın en ilgi çekici yazar-yönetmenlerinden biri olduğunu defalarca kanıtladı. Ve yeni filmiyle beklenen görkemli dönüşünü gerçekleştirdi.

The Smashing Machine

A24

Safdie Kardeşler, 2019 yapımı Uncut Gems ile bağımsız sinemanın tanrısal mertebesine ulaştı, ardından yaratıcı ortaklıklarını sonlandırıp yollarını ayırdılar. Bu Aralık ayında Josh, Timothée Chalamet’nin başrolde olduğu Marty Supreme’i vizyona sokacak. Benny ise, Oppenheimer’da rol çalan performansının ardından, Venedik’e Dwayne “The Rock” Johnson’ın sorunlu MMA dövüşçüsü Mark Kerr’i canlandırdığı bir güreş biyografisiyle geliyor. Bu projeyi en heyecan verici kılan şey, Johnson’ın yıllardır süren franchise döngüsünden ve pahalı ama vasat dijital yapımlardan sonra “gerçek sinema”ya dönüşü... Snitch ve Pain & Gain gibi filmlerde görüldüğü üzere, Rock istediğinde gayet iyi bir oyuncu olabiliyor. Kerr’in inişli çıkışlı hayat hikâyesi de onun hâlâ sahici bir performans sergileyebileceğini göstermesi için eşsiz bir fırsat sunuyor.

La Grazia

MUBI

Venedik’in açılış filmi, Paolo Sorrentino’yu uzun yıllardır birlikte çalıştığı yıldızı Toni Servillo ile yeniden buluşturuyor. Aynı zamanda yönetmeni, kurgusal bir İtalyan cumhurbaşkanının görevdeki son günlerinde geçen bu hikâyeyle siyasetin dünyasına geri taşıyor. Filmin, Il Divo ve Loro’daki gibi siyasi entrikalar ve yarı-tarihsel yansımalar üzerine mi yoğunlaşacağı, yoksa Oscar’a aday gösterilen Hand of God ve geçen yılki Parthenope’ta olduğu gibi daha kişisel yollardan mı ilerleyeceği merak konusu.

House of Dynamite

Netflix

Yeni bir Kathryn Bigelow filmiyle karşılaşmayalı epey zaman oldu (son filmi, 2017 yapımı tartışmalı tarihsel drama Detroit’ti), bu yüzden zaten başlı başına kutlamaya değer bir durum. Ama bu filmin konusu da Bigelow’un güçlü yanlarına hitap ediyor: ABD’ye doğru yaklaşan bir füze saldırısıyla baş etmeye çalışan Beyaz Saray yetkililerini anlatan bir politik gerilim... Yönetmenin, hikâyeyi anında seyirciye geçirme becerisi ve uç durumlar yaşayan uç karakterlere gösterdiği ilgi (bu kez Idris Elba ve Rebecca Ferguson’un canlandıracağı) burada ona fazlasıyla avantaj sağlayacak gibi görünüyor.

Duse

PiperFilm

Pietro Marcello, efsanevi İtalyan aktris Eleonora Duse’nin (Valeria Bruni Tedeschi) hayatını konu alan bu biyografiyi Venedik’te sunacak. Duse yaşamı boyunca Avrupa’daki büyük değişimlere tanıklık ederken aynı zamanda dönemin hâkim tiyatro anlayışına karşı duran bir oyunculuk stilini temsil ediyordu. Marcello’nun 2020’nin en iyi filmi olarak anılan Martin Eden’ı, başrol oyuncusu Luca Marinelli’ye bu festivalde Volpi Cup kazandırmıştı. Böylesine büyük bir konuyu büyük oyuncu Tedeschi ile ele almak, yönetmen için gerçekten heyecan verici bir buluşma niteliği taşıyor.

Father Mother Sister Brother

MUBI

Jim Jarmusch şu anda altın çağında mı, yoksa çorak yıllarını mı yaşıyor? Son uzun metrajı, 2019 yapımı The Dead Don’t Die, pek çok kişinin beklediği tür macerasından ziyade, Night of the Living Dead’den çok Salo’ya yakın duran; kıyamet sonrası bir zombi komedisi kisvesi altında ölmekte olan dünyaya dair sert ve rahatsız edici bir ağıttı. Ama ondan önce, 2016’da Paterson gibi bir başyapıt ve 2013’te Only Lovers Left Alive gibi aynı derecede kalıcı bir drama çekmişti. Peki, Adam Driver, Cate Blanchett, Vicky Krieps ve (elbette) Tom Waits’in rol aldığı son filminden ne beklemeliyiz? Bir antoloji filmi olduğuna göre, belki de her şeyi ve hiçbir şeyi aynı anda beklemeliyiz.

After the Hunt

Amazon MGM Studios

Julia Roberts artık eskisi kadar sık kamera karşısına geçmiyor ve uzun zamandır oyuncularından gerçekten güçlü performanslar çıkarabilen bir yönetmenle çalışmıyordu. Şimdi ise sonunda Luca Guadagnino ile buluşuyor; hikâye, cinsel taciz iddialarıyla sarsılan prestijli bir üniversiteyi merkezine alan bir dram. Bu filmde herkesin tamamen normal ve sakin kalacağı kesin (!)…

The Voice of Hind Rajab

I Wonder Pictures

Tunuslu yönetmen Kaouther Ben Hania (hem Four Daughters hem de The Man Who Sold His Skin ile Oscar’a aday gösterilmişti), 2024’te yaşanan bir olayı konu alan bir filmle karşımıza çıkıyor: Gazze’deki yıkımdan kaçmaya çalışan ailesi İsrail güçlerince öldürüldükten sonra kuzeniyle birlikte bir araçta mahsur kalan 5 yaşındaki Filistinli kız çocuğunun öldürülmesi. Filmin gösterimi, Gazze’de süren yıkım ve açlık nedeniyle protestoların devam ederken gerçekleşecek. Ben Hania, hem kurmaca dramalarda hem de belgesellerde kendini kanıtlamış son derece yetenekli bir yönetmen; bu yüzden böylesine sarsıcı bir gerçeğe dayanan hikâyeyi nasıl ele alacağını merakla bekliyoruz.

facebook Tweet
Benzer Haberler