Çiğdemlerin hatrına!
Yazar: Banu BozdemirHukukçu ve yazar Kurtuluş Baştimar’ın "Çiğdem" isimli filmi baraj nedeniyle köyleri boşaltılan ve yeni bir köyde okul isteyen çocukları anlatıyor. O okul bir türlü açılamadığı için köye bir öğretmen de gelmiyor! Yolu o köye düşen bir belgesel fotoğrafçı Taner, muhtarın bakanlığa göndermeyip yola saçtığı dilekçeleri buluyor, çocukların okumak için gösterdikleri çabayı anlayıp köye yeni gelen bir öğretmen gibi davranıyor. Baştimar’ın biraz İran filmlerinin etkisinde kalarak biraz da amatör duygularla çektiği filminde zaman zaman uzun planlarla oyuncuları doğaçlama yaparken görüyoruz. Yönetmen kamerayı koymuş ve oyuncuları bir konunun içine atmış gibi…
Filmde zaman sıçramaları bir hayli fazla, köye gelen belgeselci bir öğretmen sanılıyor ama kimse bu kişiyi sorgulamıyor, dilekçeleri iletmeyen muhtar bile ortada yok. Filmde zaten büyükler saf dışı kalmış durumda, köyün felsefe yapan delisi ve çay içmek için dağlara çıkan arkadaşı dışında köyden birilerine rastlamak neredeyse imkansız. Ama çocuklar var, öğrenmeye hevesli çocuklar.
Film bu anlamda bir vicdan noktasından belgeselci Taner’i ve bizleri yakalıyor. Çünkü çocukların okuması, özellikle de ilkokul hakkı hepimizin vicdanına sızan bir duygu. O yüzden filme sempatiyle yaklaşıyoruz ama filmin teknik, devamlılık ve akıcılık konularında bir hayli sorunları olduğunu da eklememiz gerekiyor.
Kurtuluş Baştimar biraz da sosyal sorumluluk projesi olarak çıktığı yolda, çaresizlik boyutunun altını çizmek istediğini belirtiyor, bunu zaman zaman yapıyor da. Karşımızda gerçek öğretmen olmasa da ideal bir öğretmen figürü yaratıyor, ülkenin aydınlarına çok iş düştüğü vurgusu bunlardan birisi. Ama belgeselcinin kim olduğu, yolunun bir sınır köyüne bir kış vakti neden düştüğü ve oradaki çocuklar için neden öğretmenlik yapmak istediği fikri izleyicinin el yordamıyla ya da filmin hikayesini okuyarak vardıkları bir sonuca dönüşüyor. Filmi izlerken o amacı anlamak bir hayli zor!
Film yetenekli bir kız çocuğu olan Çiğdem üzerinden anlatmaya çalışıyor hikayesini. Anlatmaya çalışıyor diyorum çünkü filmin odağı çok net değil ama öğretmenin çocuklara güzel bir yol açtığı aşikar. Bu arada öğretmen Çiğdem ve birkaç öğrencinin satranca yatkınlığını fark ediyor. Çocuklar kendi aralarında turnuva yapıyor ve il bazında oynamak için Çiğdem seçiliyor. Çiğdem orada da birinci geliyor ama ülke çapında yapılacak turnuvaya katılamayacağını söylüyorlar, çünkü okullarının kaydı yok! Orada öğretmen ve satranç federasyonundan bir sorumlunun konuşması uzun uzadıya bize veriliyor. Filmi izlerken çoğu zaman belgesel havasına büründüğünü görüyoruz, çünkü yönetmen kamerayı açı değiştirmeden uzun süre kullanmış ve çektiklerini de olduğu gibi bizimle paylaşmış, tekrar cümleler, vurgular olduğu gibi önümüze geliyor. Ama öğretmenin federasyon sorumlusunu sıkıştırıp öğrencisinin hakkını savunmasını takdir ettim, muhtemelen yönetmen, Yusuf Akar’ın oyunculuk gücüne sığınmış. Özellikle de Taner öğretmenin ev sahneleri bir hayli komik. Öğretmene o evin nasıl sağlandığı yine saf dışı kalırken, Taner’i genelde masanın başında görüyoruz. Çiğdem sık sık gelip kendileri için ne kadar önemli olduğunu anlatıyor, onun kendilerini bırakıp gitmesinden korkuyor. Bir gelişinde yumurta getiriyor kitap alabilmesi için öğretmeninin bunları satmasını istiyor. Ama öğretmen kitabı Çiğdem’e hediye olarak alacağını söylüyor ve Çiğdem yumurtaları da alıp gidiyor, Taner yumurtalar da gitti diyor kendi kendine… Yönetmen oraya da müdahale etmemiş, olay yaşandığı gibi ilk haliyle karşımıza gelmiş.
Çiğdem anlatılmamış bir konu değil, yönetmen de özellikle "Hakkari’de Bir Mevsim" ve "İki Dil Bir Bavul" filmlerinden ilham aldığını belirtiyor ama maalesef oradaki özen, sinema duygusu Çiğdem’de yok, eksik kalıyor. Çiğdem belgesel olarak çekilse anlamını daha fazla bulurdu sanki, bu haliyle fazlaca eksik!
Banu BOZDEMİR