Hesabım
    This Is England
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    This Is England

    Faşizme Karşı <br>Muhalif Ruh

    Yazar: Zeren Somunkıran

    2006 yılının benim için en iyi filmini 2007 yılında seyrettim. 2004’ün en iyilerinden biri Dead Man’s Shoes’ın yönetmeni Shane Meadows, bu sefer de politik bir başyapıta imza atıyor. This is England son yıllarda yapılmış en iyi politik filmlerden biri.

    1983’ün politik ve toplumsal atmosferini fonuna alan film, dönemin politik ve toplumsal olaylarının kolajı niteliğindeki bir kliple açılışını yapıyor. Son derece isabetli müzik kullanımı ile de daha ilk dakikadan filmin atmosferine giriyorsunuz. Klibin son karesi olan Folkland Savaşı’nda bacağı kopmuş bir askerin o içler acısı görüntüsü ile aslında ilerleyen sahnelerde neyin dramı ile karşılaşacağımızı biraz olsun anlıyoruz.

    1979 yılında iktidara gelen Margaret Thatcher’ın izlediği ekonomik politikaların sonucu olarak İngiltere’deki işsizlik oranı, 1983 itibarı ile 3,6 milyona ulaşmıştı. Üstelik kimi yorumculara göre işsizlik tanımında yapılan değişiklik yüzünden beş milyon civarında olan işsizlik rakamı, aslında olduğundan düşük çıkıyordu. Böylesine büyük oranda bir işsizliğin yayılmasının toplumlarda sosyolojik ve politik etkilerinin olması elbette ki kaçınılmazdır. İşte bu kaçınılmazlığın resmini çekiyor Shane Meadows ve adını This is England koyuyor. Üstelik bir zamanlar kendisinin de parçası olduğu bir resim bu.

    Yönetmenin, en kişisel filmim nitelemesi boşa değil. Zira Shaun karakteri bir nevi yönetmenin kendisi. Gençliğinde yaşadığı benzer bir deneyimden yola çıkarak çektiğini söylediği film, belki de bu nedenle bu kadar sahici ve içten.

    12 yaşındaki Shaun, babasını Folkland Savaşı’nda kaybetmiş olmasının yıkımını üzerinden atamamıştır. Kendi yalnızlığı içinde kaybolmuşken dazlak bir grup gençle tanışır. Onların arasında, bir gruba dahil olabilmenin mutluluğunu yaşarken babasının giderken boşaltmış olduğu yeri de, yeni arkadaşları ile bir nevi doldurmuş olur. Fakat kimseye bir zararları olmadan kendi hallerinde takılan bu gençlerin arasına hapisten çıkmış Combo’nun katılması ile herşey tersine dönüverir.

    İngiltere’nin sadece saf İngilizlere ait olduğuna inanan Combo, gruptaki herkesi, İngiltere’yi yabancılardan temizlemeye and içmiş bir grup dazlağın hareketine katılmaya ikna etmeye çalışır. Neden basittir: Sokaklarda milyonlarca İngiliz işsiz dolaşırken yabancı ülkelerden gelen insanlar, İngilizlerin hak ettikleri işlere girmekte ve onların hak ettikleri refahı sürmektedirler. Üstelik bunca ’hak edilmemiş’ olanağa sahipken, onların yerine İngiliz askerleri Folkland Savaşı’nda ölmektedir. Artık savaşmanın ve ülkeyi yabancılardan temizlemenin zamanı gelmiştir.

    Yer İngiltere, dönem 80’lerin başı olmasına rağmen filmi faşist eğilimlerin olduğu tüm coğrafyalara ve tüm zamanlara taşımak mümkün. Bu anlamda, mekansız ve zamansız da bir film This is England. Yabancı düşmanlığının insanları nasıl bir nefret rüzgarına sürüklediğini, ama bu rüzgarın önüne katıp sürüklediği şeyin de aslında bu nefretin sahipleri olduğunu çok sahici bir şekilde anlatıyor. Bir o kadar evrensel, bir o kadar yerel... Evrensel çünkü 'This is the world' demek de mümkün; yerel çünkü özneler ve nesneler değişince 'This is America' ya da 'This is Turkey' demek de...

    Filmi, kanımca son yılların en başarılı politik filmi yapan şey, aşırı milliyetçi hatta faşist söylemlerin hangi noktada etkisini yitirdiğini çok net bir şekilde ortaya koymasıdır. Yabancı düşmanlığının, faşist söylemlerin etkisini yitirdiği noktanın adı dostluktur. Hiç tanımadığın yabancılara karşı nefret beslemek, psikolojik ve fiziksel şiddet uygulamak, o insana belki haklı olduğu düşüncesi ile bir hakmış gibi görünebilir. Nitekim, Pakistanlı bakkalın dükkanını basıp basket oynayan çocuklara yaptıkları fiziksel sataşmayı, Combo ve arkadaşları kendileri için bir hak olarak görürler. Ama yine o yabancılardan biri olmasına rağmen aynı zamanda bir sürü anıları ve duygusal paylaşımları da olan arkadaşlarından Milky’ye gelince sıra, hak olarak gördükleri şey kocaman bir vicdan azabına dönüşür.

    İşte bu noktada belki de nefretleri aşmanın, düşmanlıkları dostluğa çevirmenin ve sorunları aşmanın yolu, iletişim kurmak, birbirini tanımaya çalışmak ve birlikte dostça anılar biriktirmekten geçiyor. Bunu ülkemizin bugün içinde bulunduğu durum üzerinden okumak da çok mümkün ve hatta gerekli.

    This is England, politik söylemlerinin yanında, son derece iyi çekilmiş ve bir o kadar da sahici bir film. Öyle ki, sanki oyuncuların olağan yaşamlarına görünmez kameralar yerleştirilmiş ve kimse filme alındığının farkında değilmişcesine bir çalışma çıkmış ortaya. Burada Shaun rolündeki Thomas Turgoose’e ayrı bir yer ayırmak bir borç neredeyse. 1992 doğumlu genç oyuncu, inanılmaz bir performans sergiliyor. Kimi sahnelerde sadece onu izlemek bile yetiyor filmden keyif almanıza. Son derece doğal ve sahici. O muhteşem kendine has kahkahasının kulaklarınızdan uzun zaman silinmeyeceğini garanti ederim.

    Dead Man’s Shoes ve This is England’dan sonra (ki aslında ikisi de farklı kulvarlarda iki film) Shane Meadows, yapacakları merakla beklenen bir isim olduğunu gösteriyor. Sadece politik filmler yapmayı hedeflemediğini hissetmek mümkün olsa da, Ken Loach, Mike Leigh gibi politik sinemanın en başarılı isimlerini çıkarmış olan İngiliz Sineması’nın genç kuşaktan isimlere de o muhalif ruhu akıtabildiğini görmek, insana gerçekten heyecan veriyor.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top