28 Yıl Sonra
BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
3,5
İyi
28 Yıl Sonra

“Memento Mori”

Yazar: Onur Kırşavoğlu

Yönetmenliğini bir kez daha Danny Boyle’un üstlendiği, orijinal senaryoda birlikte çalıştıkları senarist Alex Garland’la yeniden bir araya geldikleri, aynı zamanda serinin üçüncü filmi olan "28 Yıl Sonra", farklı bir bakış getirdiği “zombi” alt türüne güncel ve biçimsel olarak iddialı bir dönüş yapıyor. Başlıca rollerinde Jodie Comer, Alfie Williams, Aaron Taylor-Johnson ve Ralph Fiennes gibi önemli isimlerin bulunduğu film, "28 Gün Sonra" (2002) ve "28 Hafta Sonra" (2007) ile kurulan kıyamet-sonrası evreni, travmanın kuşaklar arası aktarımı ve toplumun kendini yeniden kurma çabası üzerine kurulu yeni bir katmana taşıyor. Teknik açıdan yenilikçi unsurların bulunduğu yapım, sinematografik açıdan karanlık bir atmosfer ve pastoral çürümüşlüğü bir araya getiren etkileyici bir görsel dünya kurulmasını sağlıyor.

TME

"28 Yıl Sonra", Rage virüsünün yalnızca fiziksel değil, kültürel ve toplumsal anlamda da kalıcı hasarlar bıraktığı bir İngiltere portresi çiziyor. Virüsün mutasyona uğrayarak yeni formlarda geri dönmesi, bilimsel değil mitolojik bir şekilde resmediliyor. Bu artık yalnızca bir virüs değil, insan doğasının karanlık tarafına açılan bir çatlağın da sembolü. Filmde, eski dünyaya ait değerlerin (aile, güven, toplum) yerini yeni düzene ve hayatta kalma içgüdüsüne bıraktığı distopik ortamda, bireysel hafızanın yerini kolektif korkunun aldığı bir anlatı inşa ediliyor. Bu noktada bir çocuğun büyüme hikayesi, ebeveynliğin sınırları ve aile bağları da hikayedeki yerini alıyor. Özellikle, büyüme hikayesine şahit olduğumuz ve muhtemel devam filmlerinde izlemeye devam edeceğimiz Spike karakteri, "Stand By Me" filmini andıran bir yolculuk ve cesaret örneği gösteriyor. Bunu yaparken de en büyük motivasyonu elbette sevgi oluyor.

Boyle, bu kez daha korkunç ve gerilim dolu bir atmosfer kuruyor. Zombiler, sayıca daha az olsalar da daha korkutucular. Bazıları daha zeki ve doğurgan bir kimliğe de sahipler. Boyle’un bir sürprizi de ağır ve sürüngen zombilere yer vermesi. Yani, virüs geçen 28 yılda evrim geçirmiş bir vaziyette karşımıza çıkıyor. Doğumun kutsallığı ve ebeveynlik içgüdüsü enfekte olan tür üzerinden de hikayeye ekleniyor. Boyle, bu değişimleri biçimsel anlamda da perdeye taşıyor. Geniş açılar ve renk tonları izleyicinin tedirginlik hissini artırıcı şekilde tasarlanmış. Ağırlıklı olarak Iphone telefonlarla çekilen filmin bazı sahnelerinde bu gerçekliğin yakalanması için 20 Iphone telefonun takılı olduğu bazı özel aparatlar da kullanılmış. Bu açıdan da izleyici yeni bir deneyim şansı yakalıyor. Iphone hadisesini duyduğumda biraz şüpheyle bakmıştım. Daha önce bağımsız ve diyalog ağırlıklı filmlerde bu yöntem tercih edilmişti ve başarılı olmuştu ama bu kez aksiyonu da içeren önemli sahneler olduğundan bir yapaylık hissi vermesi olasıydı, ama Boyle ve görüntü yönetmeni Anthony Dod Mantle, müthiş bir iş başararak güzel bir sonuç elde etmişler. Tüm bunların yanında Boyle’un daha şiirsel bir anlatıyı tercih etmesi, akış ve çerçeve tercihlerini buna göre yapması filmin anlatısına büyük bir güç katmış.

Bununla birlikte filmin sunduğu en güçlü mesajlardan biri, felaketin sonrasına dair değil, felaketin kalıcılığına dair. “Post” kelimesi burada yanıltıcı, çünkü aslında kıyamet hâlâ sürmekte. İnsanlar yaşamlarını sürdürseler de, bellekte, doğada, yapılarda ve bedenlerde, kıyamet devam etmekte. 28 Yıl Sonra, hem tür sineması olarak işlevini başarıyla yerine getiren hem de felsefi ve sosyopolitik katmanlarıyla zenginleşen bir anlatı kuruyor. İlk iki filmin aksine daha birey merkezli, daha şiirsel ve daha içe dönük bir korku atmosferiyle izleyiciyi sarsıyor. Daha sonrasında ise karşımıza kaderine terk edilmiş bir İngiltere çıkıyor. Memento Mori, hepimizin bir gün ölecek olması ve ölümü hatırlamamız için filmde bir motto olarak kullanılıyor. Yaşamı ve doğumu, hatta sevgiyi asla unutmamamız gerekiyor. Bu, zombilerle çevrili bir ülkede, bir adada yaşamak zorunda olsak dahi böyle. Spike, dış dünyaya ilk çıktığında, babasının gözünde tam bir erkek gibi görünme isteğiyle dolsa da ölümü ve sevgiyi ona hatırlatan olaylar neticesinde o dünyadan kopmayı seçiyor. Önce annesine, sonra dünyaya duyduğu sevgi ve ölümün bilinciyle kendine yeni bir yol çiziyor. Bu yolda ona en büyük mentörlüğü, "Apocalypse Now" filmindeki Albay Kurtz’a benzeyen Dr. Kelson (Ralph Fiennes’ın etkili performansıyla) yapıyor.

Evet, Fiennes harika bir performans sergilemiş ama Aaron Taylor Johnson, Judy Comer ve genç oyuncu Alfie Williams da gayet iyi. Comer, hastalığın pençesinde sanrılar gören ve kendini iyi hissettiğinde tek düşüncesi ailesi olan Isla rolünde çok başarılı. Johnson da benzer rollerde daha önce gördüğümüz üzere hakkını vermiş. Williams’a gelince, iki filmde daha serüvenini takip edeceğimiz güzel bir karakter yaratmayı başarmış. Genç yaşı ve tecrübe eksikliğine rağmen filmin odak noktasında ışıldıyor. Elbette, Boyle’un alameti farikalarından biri oyuncu yönetimindeki başarısı ve bunu bir kez daha kanıtlamış oldu. Sonuç olarak, "28 Yıl Sonra", hem içerik hem biçimsel anlamda yenilikçi, dikkat çekici ve salondan mutlu ayrılmayı vaat eden sağlam bir yapım. 2025 yılının şimdilik en iyi filmlerinden biri. Boyle ve Garland, ortaya yeniden yüksek bir vizyon koymayı başarmışlar. Devam filmlerini heyecanla beklemeye başlayacak kadar iyi bir hikaye ve muzip bir final izledik. İlk filmdeki efsane Godspeed müziğini duymak da ziyadesiyle sevindirdi. Şimdiden iyi seyirler.

Onur KIRŞAVOĞLU

Daha Fazlasını Göster