Hesabım
    Edepsiz Kuklalar
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Edepsiz Kuklalar

    Muzır komedinin olmamış hali

    Yazar: Burçin Aygün

    Yeni neslin olmasa bile bizlerin iyi bildiği bir televizyon şovu vardı. Ülkemizde olduğu gibi dünyanın dört bir yanında reyting rekoru kıran, yayınlandığı memleketin kültürüne uygun şekilde yerelleştirilen Susam Sokağı. Keza bu efsaneden sonra, özellikle de ABD’li seyircilerin gönlünü kazanan The Muppet Show. Çocuk şovu 1969 ile 2005 yılları arasında, daha çok yetişkinlere hitap eden komedi efsanesi ise 1976’dan 1981 yılına kadar sürdü. Ardından gelen çok sayıdaki Muppet filmi de cabası.

    Bu iki önemli markanın ardındaki isimse kuklaların üstadı, muazzam bir yaratıcılığa sahip olan Jim Henson’dı. Henüz 53 yaşındayken kaybettiğimiz efsane, The Labyrinth ve Frank Oz’la birlikte The Dark Crystal gibi önemli filmleri de yönetmişti. 1990 tarihindeki erken ayrılığı sonrası yerini aynı şekilde doldurabilecek biri de çıkamadı doğrusu. Öte yandan oğullarından biri olan Brian Henson ise farklı TB dizileri ve Muppet filmlerini yöneterek sektörde hayatını devam ettirdi.

    Oğul Hanson benzeri bir yeteneğe ne derece sahip bilinmez ama bu hafta vizyona giren filmi Edepsiz Kuklalar maalesef beklentilerin çok altında kalan bir proje. Reklam kampanyalarından tutun da, kullanılan sloganlara kadar Susam Sokağı değil, sert bir yetişkin kukla filminin bizi beklediği haykırıldı. Hatta bazı fragmanlarda cinsellik açısında sert bulabilecek sahneler bulununca, bazıları sağlam bir yetişkin komedisi, bazıları da geçmişe saygısızlık eden bir film geliyor diye düşündü. Peki Edepsiz Kuklalar bu hayal ve endişelerin ne kadarını karşılıyor? En açık şekliyle hiç birini.

    Los Angeles şehri, insanların kuklalar ile birlikte yaşadığı günler. Ancak insan ırkı kendinden bekleneceği gibi kuklaları ikinci sınıf varlıklar olarak gördüğü için, kentin diğer yarısı daha çok tatsız işlerde çalışmak durumunda kalıyor. Büyük bir gelişme olarak görülen ilk kukla polis projesi ise elde kalıyor. Polis Philip, insan ortağını kurtarması gerekirken duygusal bir karara imza atıyor, kabahati yüzünden kapı önüne koyuluyor. Bunu fırsat bilenler de, artık kuklaların polis olamayacağı kuralını getirtiyor. Özel dedektif olarak yola devam eden Phil, kendi kardeşi ve eski sevgilisi Jenny (Elizabeth Banks)’in de bir parçası olduğu sitcom şovu “The Happytime Gang” oyuncularının öldürüldüğünü öğreniyor. Eski bir eğlence programının üyeleri neden tek tek öldürülüyor, işin ardındaki karanlık kişi kim ve asıl hedef ne derken, Phil bir kez daha eski ortağı Connie (Melissa McCarthy) ile güçlerini birleştiriyor.

    Edepsiz Kuklalar aslında çok fazla örneğini görmediğimiz, hele ki uzun yıllar boyunca çocuklar ya da soft komedilerin kıskacında kalmış türün, artık “ciddi ve muzır” ruh taşıması beklenen bir üyesiydi. Ancak ne yazık ki ne senaryo ne de yönetmenlik açısından tatmin edici bir şey yok. Phil gibi bir karakter ile ilginizi celbeden hikaye, artık benzeri rollerde görmekten sıkıldığımız Melissa McCarthy’nin Connie’si ile ağızda hemen yavan bir tat bırakıyor. Hafiften noir bir hava taşıyan Los Angeles’ın sokakları, perde arkasında dönenler, şekerleme müptelası olup sokağa düşen ya da hayat kadını olan kuklalar, işlenen vahşi cinayetler. Bunların neredeyse hiçbiri doğru şekilde kullanılmıyor, karakter komedisi yerine kendini tekrarlayan cinsel espirilere bel bağlanıyor. Böyle bir yapımda cinselliğin kullanılmasında tabii ki bir sakınca yok ama her şeyde olduğu gibi bunun da hikayeye hizmet edecek şekilde yer alması gerekirdi. Aksine tempo düştükçe seyirciyi geri çekmek için can simidi niyetine kullanılmış. Doktorun muayenehanesindeki ejekülasyon kısmının uzatıldıkça uzatılması bu örneklerden biri. Keza hikayeye çok dahil olmayan Banks’in karakteri ve Phil haricinde ilgi çeken önemli kahraman da yok.

    Kapanış jeneriğinde aslında ne kadar ciddi bir emeğin sonucunu izlediğimiz aktarılsa da, ortaya çıkan sonuç maalesef ki bekleyenler için hayal kırıklığı. Yüzüklerin Efendisi üçlemesiyle Hollywood’a yelken açan Peter Jackson’ın aynı tarzdaki filmi Meet the Feebles (1989)’ı düşününce, Brian Hanson keşke senaryo üzerine daha çok kafa patlatsaydı diyor insan.

    burcinaygun@gmail.com

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top