Hesabım
    Şah Mat
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Şah Mat

    Deliler ve Dahiler

    Yazar: Ali Ercivan

    Bobby Fischer, Soğuk Savaş döneminde Amerika’nın Sovyetlere karşı her cephede zafer ihtiyacını biraz olsun tatmin edebilmiş bir satranç dehası. Fakat hangi alanda olursa olsun bu tür bir deha, şizofrenik arızaları da beraberinde getirdiği için deliliğin çizgisindeki hali yüzünden Rus casusu olmakla bile suçlanmışlığı var. Daha önce dolaylı yollardan sinemaya malzeme edilmiş bu enteresan karakter, bir kurmaca filmle ilk kez perdeye taşınıyor.

    Bu taşıma işlemini gerçekleştiren sinemacının ismi bazılarımızda yeterince güven uyandırmıyordu doğrusu. Edward Zwick’i iddialı, bir kısmı gişede de çok başarılı olmuş ama hemen hiçbiri sığ seyirlikler olmanın ötesine geçememiş filmlerin kendine has bir üsluptan yoksun zanaatkar yönetmeni olarak görüyoruz çünkü… Şahsen, 1989 tarihli Glory filminden bu yana önemsediğim tek bir işi bile olmamıştı Zwick’in.

    Şah Mat (Pawn Sacrifice) filminin, Zwick açısından çok büyük bir ileri adım olduğunu iddia edecek değilim. Yönetmenin dili yine oldukça eski moda bir sinema anlayışının uzantısı. Filmin fazla önemsenmiyor görünmesinin sebebi de bu bence. Doksanlar Amerikan sinemasının kenarda köşede kalmış bir piyasa filmi diye biri oturtup izletse, hiç yadırganmayacak bir yapım bu. Günümüzün filmi gibi durmuyor. Ta geçen senenin Toronto Film Festivali’nde gösterildiği halde vizyon için tam bir sene bekletilmiş olması da bundan bence.

    Ancak yine de filmi peşinen silip atmamak için bir sebebimiz var. O da Şark Vaatleri (Eastern Promises) ve Locke gibi filmlerin başarılı senaristi Steven Knight. Ortada iyi kurulmuş bir yapı ve bunun dayandığı basit, temiz, etkili bir fikir var. Bu fikir Bobby Fischer ile Sovyetlerin satranç yıldızı Boris Spassky arasındaki rekabetin de bir modeli haline geliyor. Birinci dakikadan itibaren Fischer’ı dengesiz bir ruh hali ve paranoyak şizofren hezeyanlar içinde sunuyor metin. Karşı tarafta ise yeterince tanımadığımız ama tam bir sükunet, öz kontrol ve olgunluk abidesi olarak saygı duyduğumuz Spassky var. Kendinden emin, dış uyaranların konsantrasyonunu zedelemesine izin vermeyen biri Spassky. Öyle ki seyircinin, resmen deli denebilecek Fischer’dan taraf olması neredeyse imkansız. Fakat Şah Mat belli bir noktada, olabildiğince doğal bir kırılma anı yaratıyor ve deliliğin eksenini bir anda çeviriyor. Çok temiz ve zekice tasarlanmış bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu da o vakit anlıyoruz. Şöyle zaaflar da var tabii… Fischer’la annesinin ilişkisi, filmin giriş bloğunda odak noktasıyken ilerleyen aşamalarda tamamen unutuluyor. Ancak Fischer’la Spassky arasındaki rekabet öyle iyi kurulmuş ki filmden akılda kalan yine de bu artılar oluyor.

    Filmin perdedeki yıldızı ise zaten her daim güvenilir bir aktör olan Liev Schreiber. Metnin seyirciyi de şaşırtmayı amaçlayan yapısı içerisinde, neredeyse dörtte üçlük bir kısımda gerçek Spassky’yi aslında bizden saklıyor senaryo. Ancak kendini gösterme derdinde olmayan usta aktör, metne hizmet eden, çok kontrollü bir performansla izleyeni hayran bırakıyor.

    Edward Zwick de elindeki malzemeye hizmet eden, ritmiyle ölçekleriyle ne zaman nerede durması gerektiğini bilen, aynı ölçüde temiz bir reji koyuyor ortaya. Şah Mat’ın, başta bahsettiğim Glory’den bu yana en iyi filmi olduğunu düşünmem işte bu sebeplerden.

    Twitter: aliercivan

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top