Hesabım
    Ruh Eşim
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Ruh Eşim

    Hayatta herkes ruh eşini bulabilir mi?

    Yazar: Orkan Şancı

    Sevdiğin için nelerden vazgeçebilirsin? Kendinden mesela? Onun mutluluğunu birlikte olmama pahasına ister misin? Jean Paul Sartre'a sorsan "sevmek insanın kendisini tercih etmemesidir" der, çıkar işin içinden. Woody Allen ise bencil ve daha içtendir: "ben mutlu olmak istemiyorum, ben seninle olmak istiyorum (Annie Hall)"

    Kanadalı yönetmen Jean-Marc Vallée, 7 yıl önce çektiği Çılgın (C.R.A.Z.Y)'den bu yana uluslararası festivallerin de dikkatle izlediği bir isim. Üçüncü uzun metrajlı filmi olan Ruh Eşim'de yine kendi senaryosuyla bir yola düşmüş. Her yol gibi bir soru var önünde: "Ruh eşi nedir?"

    Vallee bu sorunun peşine düşerken; bir kadının bir adama, bir annenin down sendromlu oğluna duyduğu sevginin izini sürüyor. Biri 1960'larda, diğeri modern zamanda geçen iki öyküyü paralel kurgularken; daha çok kadınların kalbinin anatomisini çıkarmak ister gibi. Bir kadın için "ruh eşi" ne demektir? Bir kadın bir adamı neden sever ve bir anne oğluna nasıl bir aşkla bağlanabilir? Buradan hareketle Vallee'nin, aslında bir kadın filmi çektiğini, onların bir erkeğe olan sevgisini daha özel bulduğunu düşünebiliriz.

    Gerçekten de modern zamanda geçen öyküde genç adam Antoine, bu ruh eşi yolculuğunun kötü adamı gibi. Ergenlik dönemindeki aşkıyla evlenmiş, iki güzel kız çocuğu sahibi olmuşlar. DJ'lik yaparak hayatını kazanıyor. Günün birinde "bir başkasını sevdim" durumu oluşuyor. Filmin yolculuğundaki hikayelerden biri böyle başlıyor. Artık başına "eski" sıfatı eklenen ruh eşi, onunla rüyalarında hesaplaşıyor. Diğer hikayede Jacqueline ve down sendromlu oğlu Laurent var. Jacqueline oğlunu daha bebekken reddeden kocasını hayatından bir çırpıda siliveriyor. Oğlu için yaşamaya başlıyor. Hatta öyle ki, küçük Laurent'in kendisi gibi down sendromlu olan bir kıza bağlanmasına bile tahammül edemiyor. Bu iki öyküde pikapta çalan şarkı aynı, ama Vallee'ye göre iki kadın karakterin aşka bakışı farklı. Biri Sartre gibi. Ruh eşini çocuğu gibi gözetiyor, onun kendisinden daha genç bir kadınla birlikte olmasını kabullenmenin yollarını arıyor. Jacqueline ise bencil. Bütün hayatını bağladığı oğlunun, kendisine muhtaç durumda olduğunu bile bile başka biriyle yakınlık kurmasını dahi istemiyor.

    Film bu iki hikayeyi Alejandro González Inárritu/Guillermo Arriaga filmlerine benzer kurgu numaralarıyla birleştirirken seyirciye de aşk/bağlılık üzerine doğaüstü bir yolculuk vaat ediyor. Yönetmenin bizzat kendisine göre aşk bir doğaüstü olay, hayatta ruh eşini bulmak da bir mucize zaten.

    1960'lardaki öyküde, Jacqueline rolünde Vanessa Paradis, festivallerden ödül de kazanan bir performans sergilemiş. Yüz hatlarındaki kırışıklıklar da, gerçek hayattaki 14 yıllık "ruh eşi" Johnny Depp'le yaşadığı ayrılığın izi olabilir. Modern zamandaki öyküde ruh eşini bir başka kadına uğurlayan "eski" aşk rolündeki Hélène Florent ise gerçekten de övgüye layık bir inandırıcılıkta. Down sendromlu çocukların sahnelerindeki ustalığı nedeniyle yönetmen Vallee'ye de bir artı puan daha.

    Cafe de Flore, aşk ve ruh eşi kavramlarıyla ilgilenenleri 2 saatlik süresine rağmen sıkmadan gayet güzel bir yolculuğa çıkarabilir. Tabii aşkta kötü olanın kazandığı gerçeğini unutmamak şartıyla.

    Orkan Şancı

    twitter:@lost___child

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top