Hesabım
    Lanetli Kan
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Lanetli Kan

    Kötü kan...

    Yazar: Fırat Ataç

    Park Chan-wook, bir pazar sabahı gördüğü rüyadan esinlenerek çektiğini düşündüğüm I'm a Cyborg, But That's OK dışında filmografisine taptığım bir yönetmen. Vasat olarak tanımlanan filmlerinde dahi her daim sinemasının belirleyici unsuru olmuş karanlık insan doğasını uç noktalarda dolaşan bir görsellikle resmeden Chan-wook,  gösteriş budalası gibi görünmeyi kafaya takmayıp hayallerini peliküle aktaran ender sinemacılardan.  Bu kendine güven halinin en büyük getirisi efsanevi İntikam Üçlemesi kuşkusuz. Sırf bu zirvesinden dolayı Joint Security Area'sı bir girizgah, Thirst (Kan Arzusu)'ü de hayal kırıklığı olarak nitelendirilen yönetmen, aslında çıktığı noktaların ulaşılmazlığından muzdarip biraz da...

    Chan-wook'un ilk Amerika çıkartması Stoker da işe 1-0 yenik başlıyor. Takdir edersiniz ki Güney Kore'de sinema yapmakla Hollywood kuralları arasında oldukça kalın çizgiler var. Öldürülen bir karakterden fışkıran kanı, açık renk bir duvarda değil de kanın seçilemeyeceği koyu bir kaplamada bize sunması bile buna güzel bir örnek. Park'ın sinemasına aşina seyircinin, sevdiği yönetmeni mağlubiyetten geri dönüş safhasına getirmesi için olumlu yaklaşması gereken bir film Stoker. Bu yaklaşımı gösterdiğinizde hayal kırıklığına uğrama olasılığınız oldukça düşük, buna emin olabilirsiniz.

    Filmin adının ünlü yazar Bram Stoker'ın soyadından gelmesi bir tesadüf değil. Stoker, bütün hikayesini vampir motifleri üzerine kuran ve bunu zeki bir şekilde olağanüstü olmayan durumlar silsilesine yediren şık bir film. Çok sevdiği babasının ölümünden sonra, hiç görmediği amcası evlerinde yaşamaya başlayan India'nın hikayesi bu. Amcasının yüksek oktavdaki etkisi sadece annesini değil kendisini de çaresiz bırakıyor bir süre sonra. Kötü kanın evlerinde bulunduğu her an tansiyonları yüksek, kendi yaptıklarına anlam veremeyen bir anne-kızla başbaşa kalıyoruz. Alfred Hitchcock imzalı Shadow of a Doubt'a fena halde benzeyen - amcanın adının Charlie olması da buna dahil- işin gizem yönü, gotik atmosfer, kostüm ve müzik çalışması ile tamamına eriyor.

    Hiç tanınmayan gizemli bir yabancının ortama girmesiyle kurulu düzenin bozulduğuna birçok kere tanık olduk. Stoker'da bu, kim olduğunu keşfetme ve cinsel uyanışın ön planda olduğu bir hikayeye yedirilmiş. Filme bir kadının vücudundaki küçük bir kız kırılganlığında başlayan India'nın amcasının ısrarlı, annesinin istem dışı etkileriyle dönüm noktasına getirilmesi, masumiyetinin sonu da oluyor aynı zamanda. Tam bu anda bahsetmeden geçemeyeceğim amca-yeğen arasındaki piyano sahnesi -çalan parça Chan-wook'un isteğiyle Philip Glass tarafından özel olarak bestelenmiş- filmin içerisindeki sayısız metafordan en ön plana çıkanı. Yavaş bir dans gibi başlayan ve sonundaki orgazma ulaşana kadar şiddetini an be an arttıran bu düetin sonuna bir sigara içme sahnesi yakışırdı.

    Chan-wook'un önceki filmlerinden de aşina olduğumuz, her birinin kendisi için başka, bizim için başka anlama gelmesi olası metaforları kimi zaman bir örümceğin bedeninde, kimi zaman taranan bir saçta, kimi zaman bir yumurtada, kimi zaman ise bir ayakkabıda canlanadursun, bunların her birinin çözülecek olan bulmacanın parçaları olduğu, filmin sonuna yaklaştıkça açığa çıkıyor. Yönetmenin yaptığı her tercihin anlam ihtiva ettiğini hissettiğiniz an, o anın tadını çıkarmaya bakın.

    Prison Break'teki oyunculuğuyla hatırlanan Wentworth Miller'ın ilk senaryosu, ne büyük sürprizler ne de görmediğiniz şeyler barındırıyor. Çoğu zaman 'sadece India'nın bakış açısından izleseydik daha iyi olabilirdi' hissiyatı yaratan hikaye, işin anne tarafında karaktere anlam katma problemi çekiyor. Bunda Nicole Kidman'ın 'eh işte'ye ancak ulaşan performansının etkili olduğunu söyleyebiliriz ancak senaryonun kimi zaman ergenleşen kimliği için de Kidman'ı gömecek değiliz. Neyse ki bu durumun ortaya çıktığı her dakikada eline sihirli değneğini alan bir yönetmenimiz ve onun kadim dostu sinematografımız var...

    Park Chan-wook ile Chung Chung-hoon'un Oldboy'dan beri süren ortaklığının ne menem bir şey olduğunu Stoker'da da tecrübe etmek enfes. Neredeyse zamansız görünen bir Amerikan kasabasında geçtiğine dair yaşadığımız his bir yana, ailenin yaşadığı malikanenin alternatif bir evrenin parçası olduğunu dahi hissetmeniz olası. Kimi zaman mekan kısıtlamasının bunalttığı zihinlerinizin, harikulade açılış ve kapanış sahneleri dışında bu eve kapanmaktan memnun olacağını görür gibiyim.

    Yapım aşamasına verdiği destek ile orada olduğunu bildiğimiz Nicole Kidman'ın yüzündeki maskeyle cirit attığı Stoker'ın yıldızı tabii ki Mia Wasikowska. Kariyerinin bundan önceki döneminde neden üzerine titrendiğini anlayamadığım Wasikowska, ürkütücü karakterini daha genç, daha yaşlı ve daha garip göstermekte çok başarılı olmuş. Kafasını yana eğişi başta olmak üzere amcasını oynayan Matthew Goode ile arasındaki cinsel çekim de oldukça inandırıcı. Tabii yap-bozun diğer parçası Goode'nin de dik dik bakmaktan usanmayan yakışıklı kötü kana verdiği enerji de unutulmamalı.

    Son kertede Stoker, başkasının senaryosunu filme alırken nelerin yapılması gerektiğine dair bir ders niteliğinde. Farklı bir yönetmenin ellerinde belki değil kesinlikle fiyasko olacak bu film, Chan-wook için mutlak bir galibiyet. Stoker'a burun bükenlerin film Güney Kore'de çekilmiş olsaydı içinde 'başyapıt' geçen cümleler kuracaklarına şüphem yok. Tabii yine de siz bir başyapıt beklemeyin...

    firat_atac@hotmail.com / twitter: firatatac

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top