Hesabım
    The Virgin Spring
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    The Virgin Spring

    Çağdaş Korkuların Gizli Bir Kaynağı

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    Ingmar Bergman modern sinemanın en uzakta bulunan ulaşılmaz büyücüsüydü. Bazı kavram ve olgular beyazperdede onunla anlam kazandı. Ada metaforu, dinsel inanç, çağdaş toplumların karmakarışık evlilik ilişkileri esas olarak onun meseleleriydi ve daima öyle kaldı. Şüphesiz 62 film çeken, 170 oyun sergileyen ve kitaplara sığmayan bir yönetmenin sinemasını kısaca hatırlatmak, özetlemek çok mümkün değil. Zayıf (daha az önemli) filmleri vardı şüphesiz, ama başyapıtları pek çok yönetmenin tüm filmlerinden daha fazlaydı.

    Sinemasındaki iki-üç filmi ön plana çıkarıp Bergman’ın aslında gerçeküstücü sinemaya önemli yapıtlar kazandırdığını söylemek mümkün; ama Bergman gerçeküstücüydü demek çok mümkün değil. O, sinemanın farklı türlerini olgunlaştıran isimler arasındaydı. Filmlerinin ve temalarının bolluğu onu sinema tarihinde belli bir maddenin altına koymayı, bir türe yerleştirmeyi daima imkansız kıldı. Aramızdan birlikte ayrıldıkları Michelangelo Antonioni gibi daima ayrı bir bölümde incelendi, etkileri sonsuz şekillerde çatallanan bir kaynak oldu.

    Bergman’ın filmleri Woody Allen ve Lars Von Trier gibi uzun zaman önce ustalar arasına giren sinemacıların biricik ilham kaynakları arasında yer alıyor. Hatta denilebilir ki, Bergman filmlerinin orijinalliği ve kişiselliği bile 'remake' yapılmalarını önleyemedi. Bergman’ın uzun bir süre göz önünde olmayan ve sonra Criterion’ın arşivine katarak DVD olarak basmasıyla yeniden keşfedilen Jungfrukällan (The Virgin Spring) filminin 'Modern Amerikan Korku Sineması' üzerindeki ilginç etkisinden bahsedebiliriz artık.

    Max von Sydow ve Birgitta Valberg’in rol aldığı Jungfrukällan, Sven Nykvist’in olağanüstü siyah beyaz görüntü çalışması, nefis oyunculukları ve basit ama tartışmalı öyküsü ile Bergman’a 1960 yılında bir Oscar ödülü kazandırmıştı. Öyküsünün 70’lerin sert intikam filmlerini takip eden korku sineması izleyicilerine şaşırtıcı derecede tanıdık geleceğine eminiz.

    Koyu hristiyan ailesi tarafından kiliseye mum taşımakla görevlendirilen bakire bir genç kızın yoldan geçen iki adam ve bir çocuk tarafından tecavüze uğramasını ve sonrasında yaşanan intikamı anlatan film; öyküsüne rağmen hiçbir anında kolaycılığa kaçmadan izleyicinin duygularını istismar etmek yerine, inanç, masumiyet, intikam duygusu, saflık gibi konuları tartışmaya açmasıyla sinema tarihinde yer buldu. Filmin üçlüsü iyi niyetli genç kızı tecavüz ederek öldürdükten sonra şans eseri (şans?) kızın ailesinin katı dini kuralların egemen olduğu evine sığınıyor fakat ailenin durumu kavramasıyla kanlı bir intikam da 'kaçınılmaz' oluyordu.

    Korku sinemasının ustalarından Wes Craven söz konusu öyküden etkilenerek 1972 yılında ilk filmi olan The Last House on the Left’i çekti. Yapım daha çok istismar sinemasının kurallarına göre çekilmiş olsa da, dönemine göre son derece sert sahneler içeriyor ve tartışmalı intikam hikayesiyle de Amerikalı izleyiciyi rahatsız ediyordu.

    The Last House on the Left başta İngiltere olmak üzere pek çok yerde sansür problemiyle karşılaştı ve DVD çağına kadar da kolay ulaşılamayan bir korku sineması efsanesi olmayı sürdürdü. Fakat ilginç olan, doğrudan Bergman’dan ilham olan bu korku filmi 'Modern Korku Sineması'nın ortaya çıkmasında son derece önemli bir rol üstlenmiş ve 70’lerin politik tartışmalar yaratan kanlı ve sert filmlerinin öncülerinden olmuştu. Sarsıcı hikaye, filmin tüm amatörlüklerine rağmen etkileyici olmayı başarmıştı.

    Aslında Bergman ve Craven’ın filmlerinin hem amacı hem de araçları son derece farklıydı. Bir kere Bergman’ın filmi özellikle yan karakterlerin muğlak varlığı ve son sahnesi ile izleyiciyi zorlu bir bulmacaya davet ediyordu. İyi ve kötü, inançlı ve gaddar arasındaki sınırları bulanıklaştıran hikayenin en ilginç karakterlerinden birisi öldürülen genç kıza yolculuğu esnasında eşlik eden 'karanlık' genç kızdı.

    Tecavüzü izleyen ve hatta gizlice zevk alan genç kız daha sonra hüzünlü babadan özür dileyerek karışık duygularını itiraf ediyordu. Yine kafa karıştıran bir başka karakter ise tecavüzcülerin küçük kardeşiydi. Erken yaşta acımasızlaşan çocuk zaman içinde sessiz bir hesaplaşmaya giriyor, belki de pişmanlığı keşfediyor ama intikamın acımasız ellerinden kurtulamıyordu.

    İnsanoğlunun en karanlık duygularından biri olan intikam, sinemanın ilgisini günümüzde de çekmeye devam ediyor. Fakat zaman içinde intikam duygusu batı sinemasında zorunlu bir hak olarak sunulmaya başladı. Şiddete şiddetle karşılık vermek, güçlüye karşı fiziksel olarak güçlenmek ve ezeni acımasızca yok etmek doğal karşılanmaya başladı. İntikamcı, kadın veya çocuk da olsa bir kahramana dönüştü ve şiddeti legalleşti, doğallaştı.

    Bergman 1960 yılında çektiği Jungfrukällan ile pagan dünya ve hristiyanlık arasındaki çatışmayı da ortaya koyarak intikam konusunu derinlikli bir şekilde tartışmıştı. Onun kahramanları iyi ve kötü olmanın ötesinde kendisi ve tanrı ile bir hesaplaşmaya giriyor ve en sonunda semboller kazanıyordu. Öldürülen genç kızın cesedinin kaldırılmasıyla fışkıran sular ve ortaya çıkan güçlü kaynak, Bergman’ın yorumunu ve sembolik tarzını güçlü bir biçimde ortaya koyuyordu.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top