Hesabım
    Kelebeğin Rüyası
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Kelebeğin Rüyası
    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    ‘Şairler erken ölür'... Bir de "ince hastalıktan gitti" derler şairlerin arkasından... Eski dilde, dönemin vebası veremin eş anlamlısı olan ‘ince hastalık', Yılmaz Erdoğan'ın bu cuma vizyona girecek son filmi Kelebeğin Rüyası'nın da bir anlamda kalbini oluşturuyor. Erdoğan'ın yazıp yönettiği beşinci yapım olan film, yönetmenin dilinin en başarılı oturduğu yapım olarak nitelendirilebilir.

    Dram ile mizahın ustalıkla dengelendiği film, bu tonunu sonuna kadar sürdürmeyi başarıyor. Zira karakter yaratma ve o karakteri işleme konusunda, Yılmaz Erdoğan'ın gayet incelikle çalıştığı belli. Başrollerdeki iki şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, beyazperdenin çok ötesinde, nefes alan, yaşayan birer karakter. Filmin gerçek iki hayat hikâyesinden yola çıkan öyküsü, 1940'lı yılların Türkiye'sinde yeniden kurulan Zonguldak kentini kendisine arka plan olarak alıyor.

    Çıkartılan ‘mükellef yasası' ile köylülerin maden ocağında çalışmasının zorunlu tutulduğu bu dönemde, biri telgraf şirketinde diğeri madenin idaresinde görevli iki gencin en büyük tutkusu edebiyat ve şiirdir. Göz nuru şiirlerinin, dönemin en önemli edebiyat dergisi Varlık'ta basılması ikilinin en büyük hayalidir ve edebiyat konusundaki en büyük destekçileri de hocamız diye hitap ettikleri Behçet Necatigil'dir. O yıllarda Zonguldak'ta öğretmenlik yapan Necatigil, iyi-kötü nüfuz sahibi bir isim olmakla birlikte, bir edebiyat öğretmeni olarak kendisini de ancak döndürmektedir. Muzaffer ve Rüştü'nün şiirlerle örülü dünyası belediye başkanının kızı Suzan'ın Zonguldak'a geri gelmesiyle hareketlenecektir. Suzan ikisinin de bir anlamda ilham perisi olur, hassas hayatlarını ve dizelerini renklendirir. Fakat ‘şiire bahane olan' hayatları verem belasının tehdidi altındadır...

    Şiir gibi dokunan hikâyenin derinine girmeden, filmin sinematografisine geçersek, öncellikle karşımızda prodüksiyon kalitesi açısından çok üstün bir iş olduğunu belirtmek lazım. Görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki , sanat yönetiminde Hakan Yarkın, kostümlerde Gülümser Gürtunca ve görsel efektler ekibi müthiş uyumlu çalışmış; bir dönem filminde nasıl olması gerekiyorsa teknik detaylar tam da o şekilde ustalıkla kullanılmış. Kelebeğin Rüyası'nda, teknik kalite açısından müzikleri de dâhil olmak üzere tüm elemanlar birbiriyle uyumlu. Bu anlamda yakın döneme ait Aşk Tesadüfleri SeverEvim Sensin ve Uzun Hikaye gibi popüler sinema örneklerinde teknik kalite açısından çıtanın iyice yükseldiğini ve bunun altında işlerle seyircinin tatmin olmayacağını belirtmek gerek.

    Oyuncu seçimine gelirsek, başrollerdeki Rüştü ve Muzaffer'i canlandıran Mert Fırat ve Kıvanç Tatlıtuğ çok yerinde tercihler olmuş. Mert Fırat'ı beyazperdede görmeye alıştık ama filmin esas sürprizi şüphesiz ki Kıvanç Tatlıtuğ'un sinemada rüştünü ispatlayan oyunculuğu. Mankenlik sonrası televizyon dizileri ile başlayan oyunculuğunda kendisine sunulan ile yetinmeyip, karakter oyunculuğuna doğru yürüyen Tatlıtuğ, bu rolle kendi kariyerindeki çıtayı da yukarı taşımayı başarıyor. Gerçi birkaç planda, yer aldığı dizide canlandırdığı Kuzey karakterinden bir-iki bakışı çalmış olsa da, şair Muzaffer şimdiye kadarki en başarılı performansı hiç şüphesiz.

    Kadın kastlarda ise erkeklerdeki başarının aynısından söz etmek biraz zor. Genç yaşına rağmen Farah Zeynep Abdullah'ın rolün hakkından geldiğini söyleyebiliriz ama Belçim Bilgin'in henüz lise öğrencisi bir kız olduğuna inanmak maalesef zor. İki kadın kastta bu roller yer değiştirse, hikâyenin akışı açısından çok daha ikna edici bir tablo canlanacaktı gözümüzde kuşkusuz.

    Bunun dışında filmin dört dörtlük olmasının önündeki tek engel, biraz fazla uzayan süresi ve bu bağlamda hem bireysel hem toplumsal öyküler anlatma çabasındayken hikâyelerin birbiri içerisinde tam da eriyememesi. Hem madenciliğin zor koşulları, hem verem belası, hem de her şeye karşın şair kalma çabası aynı karakterler çevresinde döndürülünce, hikâyenin odağı bir nebze sapmaya uğramış. Bu sapmalar toparlanırken de sürenin ucu biraz kaçmış. Bunun dışında hiçbir vebali yok.

    Uzun lafın kısası, yılların tecrübesiyle Yılmaz Erdoğan gerçekten şiir gibi bir film çekmiş. 2013'te şimdiye kadar izlediğim en iyi yerli yapım. Popüler Türk sinemasının geldiği ve gelebileceği yeri göstermesi açısından da kilometre taşı. Filmden çıktığınızda kendinizi Behçet Necatigil'in satırları arasında bulmanız da olası. Kaçırmayın derim...

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top