Hesabım
    Saka Kuşu
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Saka Kuşu

    Ölümlü dünya, ölümsüz sanat

    Yazar: Fatih Yürür

    Dünyanın geldiği çılgın nokta düşünüldüğünde, kendimizi bir kenara bırakıp, daha çok sevdiklerimiz adına haklı endişeler beslediğimizi; şiddetin kaynağının belli olmadığı ve aslında hiçbir gerçek temele de dayanmadığı günler yaşadığımızı inkar edemeyiz. Evden çıktığımızda geride bıraktığımız sevdiklerimiz adına endişeleniyoruz ve bu endişe ister istemez karşılıklı bir hal alıyor. Büyük büyük gelecek planları yapmak yerine, günün sonunda bir arada ve tek parça halinde olmayı ümit ederken buluyoruz kendimizi. Bu umut bile başlı başına "kendini, kapladığın yeri ve o yerin önemini anlamak" üzerine kısa yolculuklara çıkmamıza sebep oluyor.

    Terör olaylarındaki hızlı yükseliş, gündelik hayatımızda uymayı reddettiğimiz basit kamusal kurallar, her an kapımızın dışında bekleyen ve kendisine yaptığımız tüm kötülükleri yüzümüze vurmak isteyen doğa ananın kudretine karşı önlemsiz ve yordamsız oluşumuz... Varlığımıza son verebilecek bu kadar unsur varken halihazırda sahip olduğumuz biricik umarsızlığımızı koruyabilmek de önemli karakter özelliklerimizden biri haline geldi artık.

    İşte 13 yaşındaki Theodore Decker da muhtemelen kendisinden böylesine acımasız şeyler talep edebilecek dış unsurlar ile tanışmamış bir genç adam olarak, taşıdığı az sayıda endişeyle hayatının sonuna kadar aynı ritimde yoluna devam edebileceğini düşünüyordu... Hepimiz gibi... Ta ki Metropolitan Müzesi'nde karşı karşıya kaldığı terörist saldırısının acımasız sonuçlarıyla karşı karşıya kalana kadar. Saldırıda annesini kaybeden Theo, hayatına devam edebilmek için çok daha farklı bir yol izleme kararı alır. Bu yolun en önemli duraklarından biri ise müzede bulunan Saka Kuşu adlı paha biçilmez çalışmayı çalmak olacaktır.

    Theo, annesi -bir yanıyla da geçmişi ile arasındaki son bağ olarak gördüğü Saka Kuşu'nu sahiplenmeyi bir çeşit saplantı haline getirir. Bu paha biçilmez eser, genç adamın geçmişinin somutlaşmış hali olacaktır ve tam da bu sebeple çalışmaya yüklediği anlamlar konusunda da abartıya kaçar. Fakat Saka Kuşu'nu çalma sürecinde pek çok yeni yol arkadaşı edinerek, hayatının bundan sonraki evresinde kendisine eşlik edecek olan mürettebat ile de tanışmış olur. Hayat, daha önce hiç olmadığı kadar genç adamın deneyim alanı olarak evrilmeye başlar.

    Bir süre sonra tabloya da konu olan Saka Kuşu, kendisini sınırlandıran çerçevenin dışına taşarak, şen şakrat ötüşüyle Theodore'a yol göstermeye, onu aydınlatmaya ve rehber olmaya başlar. Bir tarafıyla artık neredeyse hayatında olmak istemeyen babası ile kendi hayatta kalma mucizesi arasında gidip gelen bir yankıya dönüşür. Fakat böylesine korkunç bir olayın ardından hayatta kalmayı başarması da yeterince ürkütücü hatta bir çeşit meydan okumadır.

    Annesi, sanat müzesindeki bir patlamadan öldürülen Theodore, bu talihsiz olay üzerinden, garip de bir isim yapmıştır aslında. Herkes onun trajedisini bilir ve bu ağır yükü bir şekilde onunla birlikte sırtlanmak ister fakat zaman içerisinde Theodore'un tek derdinin bu yükü bir noktaya kadar taşımak olmadığını da anlarız. Bu yola sürüklenmekle o yolu bizzat tercih etmek arasında, çoğu zaman izleyiciyi de ikileme düşüren bir karmaşanın içerisinde var olmaya çalışır aslında. Zaman içerisinde bir parçası haline geldiği sanat çevrelerinde de soluduğu hayatın çok farklı olduğunu keşfeder. Ait hissettiği dünya ile içinde varlığını "korumak" zorunda kaldığı dünya bambaşkadır.

    Theo'nun Saka Kuşu'nu elde etme çabasının tamamına içsel bir yolculuk da diyebiliriz, genç adamın bundan sonraki hayatında olmak istediği kişiye hazırlık aşaması da... Bir bakıma, mutluluğu adanmışlıkta arayan bir gencin hikayesi şeklinde özetleyerek de işin içinden pekala çıkabiliriz. Koskoca dünyada, kendisini çevreleyen beşere rağmen yalnız hisseden bir gencin, dünyasını ayağa kaldırma prosesidir bu bir yanıyla da...

    En basit haliyle Theodore, kendisini çevreleyen sis perdesinin içerisinde, geleceğine giden yolu bulmaya çalışır, çoğu zaman gerçeklikten kopar ve sanrılarına sarılmayı bile tercih eder. Bu yolda da karşısına çıkacak olan zorlukların bilincine - mecburen çok küçük yaşlarda varır. Theo, annesini kaybettiği müzeden, The Goldfinch adlı eseri çalmak için kolları sıvadığı andan itibaren de gerçeklik ile arasındaki mesafe biraz daha açılmaya başlar. Kağıt üzerinde, ergenliğe yeni adım atan bir çocuğun Don Kişot sendromu olarak da kabul görebilecek bu hamle, aslında genç adamın yol haritası arayışı haline geliyor bir nevi.

    Donna Tart'ın kitabından uyarlanan filmin yönetmen koltuğu Boy A ile birlikte uluslararası arenada isminden söz ettiren ve 2015 yılında Brooklyn filmiyle Oscar sezonunda at koşturan John Crowley'e emanet edilmiş olsa da filmin asıl takviye gücü hiç kuşkusuz Frank, Tinker Tailor Soldier Spy, ve The Men Who Stare At Goats gibi filmlerde kalem oynatmış olan deneyimli senarist Peter Straughan... Evet, Saka Kuşu kesinlikle iyi bir öykünün temiz bir adaptasyonu kontenjanını dolduracak metin zenginliğine sahip. Yönetmen John Crowley'in en iyi yaptığı şey de bu metni görselleştirirken, Theo'nun hemen yanına bizleri de sıkıştırmayı başarması. Diğer taraftan bu sıkışmışlık ve Theo'nun içsel yalnızlığından kaçış yöntemlerini, seyir süresince samimi bulabilmek de epey zor. Hatta kimi zaman yapmacıklık noktasına varan buhranlarla başa çıkma yöntemleri açısından Brooklyn'in Eilis'i ile de yer yer benzeştiklerini söyleyebiliriz.

    Karakter odaklı hikayeler anlatma konusunda kendi stilini oluşturduğunu söyleyebileceğimiz Crowley'in; ergen - ya da yetişkinliğe yeni adım atmakta olan karakterleri kaşıma konusunda hemen hemen aynı malzemelerden yararlandığını ve ortaya da tahmini bir stereotip çıkardığını söylemek pek de abartılı olmaz hani...

    Yine de Saka Kuşu dört başı mamur, sancılı bir büyüme öyküsünden çok çok daha fazlasını vadetmiyor zaten. Theo'nun acısını anlamakla birlikte ona yaklaşabilmek epey zorlaşıyor. Onun iyiyi, kötüyü, şefkatliyi, acımasızı tanıma ve tanımlama süreci; bir noktadan sonra emsallerinin söylemleri ve görsel estetiğiyle sarmalanarak aynılaşıyor. Yine de Theo'nun arayışında ve değerlerine olan ilginç bağlılığında, kendinizden olan samimi bir şeyler bulabilmeniz de pekala mümkün.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top