Hesabım
    Kırmızı Değirmen
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    5,0
    Kusursuz!
    Kırmızı Değirmen

    Kırmızı Değirmen: Romeo ve Satine <i>ya da</i> Acısız Aşk Yoktur

    Yazar: Orkan Şancı

    Orfeus mitine göre:

    'Canlıları müziğiyle büyüleyen Orfeus, sevgilisi Eurydike ölünce,onu geri getirmek için ölüler diyarına gider. Ölüler diyarının kralı Hades’i müziğiyle kandıran Orfeus, sevdiği kadını yaşama geri götürme hakkını elde eder. Ama tek bir şartla: Geri dönüş yolunda Eurydike’nin kendisini izleyip izlemediğine asla bakmayacaktır. Ne var ki, tam ölüler diyarının kapısına vardığında Orfeus’un içini bir korku kaplar. Dönüp geriye bakar ve sevgilisini sonsuza dek kaybeder.'

    Christian da, Dük’e, Satine’in onu sevmediğini söyler ve sevgilisini sonsuza dek kaybeder..

    Baz Luhrmann, düşüncesini açıkça belli ediyor ki, acısız aşk yoktur:

    'Hepimiz bir dönem sırılsıklam aşık olmuşuzdur. Ama gün gelir, ilişki biter. İşte o zaman kişiye düşen, bunu kabullenmek ve ileriye bakmaktır. Geçmişe saplanıp kalmamak, ilişkilerin bitebileceğini kabullenmek gerekir'.

    Luhrmann’ın bir röportajında söylediği bu sözler, ister istemez Tom Hanks’in Cast Away’e damgasını vuran 'nefes almaya devam etmeliyim' sözlerini hatırlatıyor.

    Christian, aşkın kural tanımazlığının bir örneği olarak en yapılmayacak olanı yapıyor ve kan-kan kulübünden bir fahişeye aşık oluyor. Tabii, söz konusu kadın, dünyanın gelmiş, geçmiş ve gelecek en güzel kadını Nicole Kidman olunca, Christian’ın suçu, doğrusu biraz hafifliyor! Üstelik, aşkına karşılık da buluyor.

    İlk aşkını yaşamanın ürkekliğindeki yazar rolünde Ewan McGregor müthiş başarılı. Tıpkı, fettan kadın tiplemesindeki Kidman gibi. Ama yaşadıkları dünyanın Hades/Tanrı’sı Luhrmann olunca, mutsuz son kaçınılmazlaşıyor.

    Yönetmen/Tanrı/Hades koltuğundaki Luhrmann, Christian’a, 'asla aşık olma' şeklindeki nasihatını dinlememesini kötü ödetiyor. Monroth Dükü tek başına büyük bir engelken, kızgın Luhrmann, mitin dışına çıkarak, Satine’nin kötü geçmişini hatırlatırcasına, dönemin ölümcül hastalığı veremi de devreye sokuyor... Hades, işini şansa bırakmıyor.

    Luhrmann’ın, seyirciye bir film izlemekte olduğunu unutturmamak için başvurduğu numaralar enteresan:

    Romeo& Juliet’te 'yabancılaştırma' öğesi olarak Shakespeare’in dört asırlık yazınını kullanan Luhrmann, bu kez Like A Virgin, Roxanne ve Smells Like Teen Sprit gibi popüler şarkıları 1890’ların Paris’ine taşıyor. O kendine has görsel numaralarını sergilemekten de geri durmayan Avustralyalı, sürekli aksiyonu takip eden kamerasıyla müthiş bir kurgu yaratıyor. Sıkça başvurduğu bu hızlı kurgu, aslında başlıbaşına bir yabancılaştırma öğesi sayılabilir..

    Christian, Cast Away’i seyretmemiş olmanın dışında Thom Yorke’un 'True love waits' (gerçek aşk bekler) sözünü de bilmezden gelip (!), Dük’e söylememesi gerekeni söylüyor ve kuralları çiğniyor. Satine’nin, ölmeden önce söylediği sözler, zor da olsa Christian’ı, yaşadıklarını yazmaya yönlendiriyor ve sonunda Moulin Rouge’dan, mutsuz biten bir aşk öyküsü çıkıyor. Satine, o sözleri söylerken 'nefes almaya devam et' der gibi.

    Luhrmann’ın aşka eleştirel yaklaşımından yola çıkarak merak ediyorum:

    Acısız aşk olmuyorsa, bu aşkın suçu mu;ya da insanlar yalanı/hissettiklerinden fazlasını rahatça söyleyebiliyorlarsa aşk nasıl sağlıklı bir şey olabilir ki?

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top