Hesabım
    Truva
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Truva

    <b>Truva</b>’da Aşk ve Bencillik

    Yazar: Orkan Şancı

    Aşk, yanlış tercihler yüzünden her zaman acı getirecek galiba. Hele hele yasak aşkın sonu tarihte, hatta günümüzde bile çoğu kez kanlı bitiyor. Binlerce yıl önce yaşandığı bazı tarihçilere göre kesin olan Truva Savaşları da acaba aşk yüzünden başlamış olabilir mi? Hollywood yapımcılarının yanıtı; "Neden olmasın?"

    Durum böyle olunca, Homeros'un 15 bin satırı aşkın İlyada'sı başta olmak üzere, Truva Savaşları ile ilgili birçok anlatı da, bir aşk çatışması oluşturacak şekilde yeniden düzenlenmiş. Genç senarist David Benioff'un bu bakımdan iyi iş çıkardığını belirtmek gerek. 10 yıla yayılan bir süreci, oluş nedenlerinden başlayıp sonuna kadar gayet isabetli bir biçimde götürmüş ve çok sayıda karakteri filme başarıyla yerleştirmiş. Dahası tarihi karakterleri; hatalarıyla sevaplarıyla, doğru veya yanlış tercihleriyle, kısaca insani özellikleriyle yansıtmayı başarmış.

    Homeros'un ölümsüz destanının ilk kitabı, yarı-tanrı savaşçı Aşil'i anlatmakla başlar. Babası, bir tanrıçadan olan oğlunu ölümsüzlük nehrinde yıkarken ayak bileğinden tuttuğu için Aşil sadece ayak bileğinin üstündeki tendondan vurulduğunda öldürülebilir. Homeros onu öyküsüne özellikle ekler, böylelikle, savaşın sadece insanlar arasında değil, aynı zamanda Tanrılar arasında geçtiğini bu sayede kolaylıkla vurgular.

    Tabii, bir aşk çatışması olması için öncelikle ortada "gerçek" bir aşkın olması gerek. Bu durumda, bir çok tarihçinin aksine filmin, siyasi bir kişilik olan güzeller güzeli Helena'yı, aşkının esiri bir kadın gibi göstermesi normal karşılanmalı. Senarist Benioff ve yönetmen Wolfgang Petersen, yine de bazı sahnelerde usta hamleler yaparak, seyircinin, Helena'nın samimiyetini sorgulaması için kapıyı aralık bırakmış. Örneğin, Yunanlar kentin kapılarına dayandığında Hektor'un Helena'yı, geri dönmesi için ikna ettiği sahne. Gitmeye kesin kararlı görünen Helena, Hektor'un mantıklı birkaç cümlesinin ardından geriye dönüyor. Burada yönetmenin, Helena'nın biraz çabuk ikna olup tıpış tıpış odasına geri dönerken, Hektor'un onun arkasından bakmasını yakın plan çekimle vermesinin bu yüzden olduğunu öneriyorum.

    Petersen demişken Alman yönetmenin, beklenenin üzerinde bir performans gösterdiğinin altını çizelim. O da tıpkı Ridley Scott (Gladyatör) gibi, 60'ını geçtikten sonra böylesine büyük bir prodüksiyonu kucaklama cesareti göstermiş ve bunda bir hayli başarılı olmuş. Yüzüklerin Efendisi'ndeki grafik motorunun kullanıldığı savaş sahneleri ve bu sahnelerdeki geometrik başarısı övgüye değer. Dahası, Hektor ile Aşil'in düellosu, eşine az rastlanır bir gerçekçilik taşıyor. Petersen, Hava Kuvvetleri Bir'de sergilediği kapalı ve dar alanlardaki aksiyonu çekmekteki ustalığını, bu kez devasa meydan savaşlarını yönetirken gösteriyor.

    Filmin içinde gezinmeye devam edelim. Truva Kralı Priam'ın, sağ tarafında duran ve sağduyuyu temsil eden büyük oğlu Hektor yerine Tanrılar'ın mesajını anlatan solundaki din adamını dinlemesi, ilginç bir an. Priam rolünde karşımıza, "Arabistanlı Lawrence" Peter O'Toole çıkıyor. 72 yaşındaki İrlandalı efsanevi aktörün oyunundan beklenen tadı alamadığımızı belirtmek zorundayız.

    Paris karakterini sevmediğimiz gibi bu roldeki genç aktör Orlando Bloom'u da pek tuttuğumuzu söyleyemeyeceğiz. Yüzüklerin Efendi'sinde gözüpek Elf olarak pek sırıtmasa da, hem Karayip Korsanları hem de Troy, oyunculuk yeteneğinin sınırlı olduğunu açıkça gösteriyor. Sinema oyunculuğunun en önemli noktalarından biri olan, "bakışlarıyla oynama" Bloom'da hiç yok. Böyle olunca da, konuşmadığı planlarda Bloom'un oyunculuğu insana şaka gibi geliyor.

    Onun ve O'Toole'un dışında pek aksayan yok. Aşil rolünde Brad Pitt çok başarılı. Surların dışından bağırarak Hektor'u düelloya çağırırkenki yüz ifadesi tekrar tekrar izlenmeli. Aşk çatışmasını kendi savaşı için kullanan Agamemnon rolünde Brian Cox müthiş. Helena rolünde genç Alman oyuncu Diane Kruger harika bir seçim. İyi kalpli cesur savaşçı Hektor'da, "Yeşil Dev" Eric Bana'yı görmek de ayrıca sevindirici. Dev kaslarına rağmen Pitt'in yanında ufak tefek kalsa da, konuşmalı sahnelerde döktürüyor. Eşini oynayan Saffron Burrows'un güzelliği de, görkemli kadronun bir başka hoşluğu. Ayrıca kalabalık savaş sahnelerinde James Cosmo ve Brendan Gleeson gibi Cesuryürek'ten aşina olduğumuz yüzler de mevcut.

    O'Toole'u beğenmesek de aktörün filmde çok kritik bir repliği var: "Şimdiye kadar toprak için, güç için ve hatta sırf zafer duygusunu hissetmek için savaştım. Aşk için savaşmak, bunlardan daha erdemli."

    Aşk için savaşmak kuşkusuz bir erdem ama savaşmak için yine de haklı nedenlere sahip olmak gerekiyor. Dostluk kurulmaya çalışılan bir ülkenin kraliçesini kaçırarak boyundan büyük bir işe kalkışan genç Truva Prensi Paris'in bu seçimi, birçok insanın hayatını etkiliyor. Kendisi savaş alanından kaçarken zavallı ağabeyi Hektor, kendisini ateşe atmak zorunda kalıyor. Nietzche olsa, "Aşk için savaşırım derken aşık olmayı bildiğin gibi savaşmayı da bileceksin" derdi. Paris, Alman filozofu tanımadığı gibi, Jean Paul Sartre'ın, "Sevmek, insanın kendisini tercih etmemesidir" sözünü de bilmiyor ve bütün cezayı sevdiklerine ödetiyor. Savaşın sonlarında, sakarlığının da yardımıyla Aşil'in işini bitirse de, akıllarda bencil bir aşık olarak kalıyor. Aynı sözler, Helena için de geçerli.

    Bu noktada çuvaldızı kendimize batıralım. Hangi aşık, bencil olmadığını iddia edebilir ki? Aşk bencil, aşık bencil, çünkü insan bencil. Sartre'nin sözü, insanlığın yücelmesi yolunda bir dilek sanki.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top