Hesabım
    Serbest Bölge
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Serbest Bölge

    Serbest Bölge’nin Kadınları...

    Yazar: Zeren Somunkıran

    "Bir Fransız, bir Amerikalı ve bir Türk, bir gün yolda giderken..." diye başlayıp devam eden, öznelerin ve hikayelerin sürekli değiştiği ama özün hep aynı kaldığı yüzlerce fıkra vardır. Kendimizi bildik bileli, değişik versiyonlarını onlarca kez anlatmış ve bir o kadar da başkalarından dinlemişizdir. İşte bütün bu hikayelerin farklı bir yansıması olarak Serbest Bölge, bir İsrailli, bir Amerikalı ve bir Filistinli kadının acı, gerçek, hayal, hüzün ve espiri dolu yol hikayesini konu alıyor.

    Yılların kan, dehşet ve ölüm yüklü gerçeklerinden biraz olsun arınmış ve sterilize edilmiş bir anlatımı var hikayenin. Ortadoğu'nun kanaması bir türlü durmak bilmeyen, kapatılmak istendikçe derinleşen yaralarını, daha yumuşak, uzun ama etkili diyaloglarla ve insana o toprakların tersine döndürülemeyen kaderini derinden hissettiren müziklerle anlatmayı seçmiş Amos Gitai.

    Müzik ve sinema bütünlüğünün ne derece etkili olabileceğinin en güzel örneklerinden biri Serbest Bölge. Filmin oldukça uzun süren açılış sahnesinde, Natalie Portman'ın canlandırdığı Rebecca'nın, tam da Ağlama Duvarı'nın önüne denk gelen yerdeki etkileyici ağlama sahnesi, eğer gözyaşlarına eşlik eden fondaki o muhteşem İsrail halk şarkısı olmasa idi, bu derece çarpıcı olabilir miydi, sormak gerek. Ortadoğu'da yaşanan trajedinin simgesel bir dille anlatıldığı bu halk şarkısı, kesinlikle son yıllarda dinlediğim, insanın içine işleyen en etkili şarkılardan biri.

    Çok farklı hayatların kahramanları olan bu üç kadının da kendilerine göre dertleri ve verdikleri bir yaşam mücadelesi vardır. İsrailli aşkının peşinden bu çalkantılı coğrafyaya gelmiş ama burada yaşanan ve bu toprakların çocuğu olan hiçbir bireyin kendisini soyutlayamadığı trajediler tarafından, bütün hayalleri ve gelecek beklentileri yıkılan genç bir kadındır, Rebecca.

    Sevgilisini terkettikten sonra arabasına bindiği Hanna ile yolları kesişir. Uğradığı bir saldırı sonucu yaralanan kocasının otuz bin dolarlık alacağının peşinden Ürdün'e giden Hanna, Rebecca'nın ısrarlarına dayanamayarak onu da yolculuğuna dahil eder. İkili, toplumlar arasına sadece fiziksel değil, zihinsel ayrımlar da çeken sıkı korumalı sınırlarla dolu bu topraklarda uzunca bir süre yol alırlar.

    Hanna, parasını alması gereken Amerikalı'nın yerine Filistinli Leyla ile karşılaşır. 'Düşman' taraflara mensup ve sürekli birbirlerine bilenen bu halkların arasında, beraber yaşama şansları hiç yokmuş gibi görünen bu iki kadının da, aslında ortak bir dertleri vardır: hayatta kalabilmek. Bunun için gerekli olan geçim imkanlarını yaratabilmek ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmektir meseleleri. Ama sıradan insalar için tamamen normal olan günlük yaşam ihtiyaçları, normalliğin 'normal' olmaktan çıktığı bu topraklarda, ulaşılması zor ve mücadele gerektiren bir hal almıştır.

    Bunca dökülen kandan sonra bu topraklarda beraber yaşama idealinin gerçekleşmesinin ne kadar zor olduğu, en idealist görüşlü kişiler tarafından bile kabul edilen bir gerçek halini aldı. Bu idealin kısa sürede gerçekleşmesi, şu gün bir barış sağlansa bile imkansız gibi. Bunca yıl düşman belletilmiş bu toplumların bu saatten sonra birbirlerini 'normal' addedebilmeleri, çok uzun yıllar sürecek karşılıklı bir toplumsal rehabilitasyondan geçirilmeleri ile mümkün olabilecek belki de. Amos Gitai'nin Serbest Bölge'de yolları kesişen kadınları, tam da bunun bir kanıtı gibi İsrail'den Serbest Bölge'ye doğru yol alıyorlar; savaşın olduğu yerden, kısmen barışın hüküm sürdüğü topraklara doğru olan bir yolculuk gibi...

    Ortadoğu'daki çalkantıyı, şu noktadan sonra sadece siyasi olarak algılamanın yanlışlığı ve eğer bir çıkış yolu varsa bunun siyaset kadar toplumsal diyalogla mümkün olduğu, filmin izleyenin gözüne sokmadan verdiği mesajlar olarak ortaya çıkıyor. Devletlerin düşmanlığından halkların düşmanlığına geçiş yapmak, barışı da bir o kadar uzaklaştırmakla eşdeğer. Gitai, gerçek bir barış için devletlerden ziyade öncelikle toplumların barışmasının önemine inandığı için filminde siyaseti değil de bireysel diyalogları ön plana çıkarıyor ve günlük ihtiyaçların gerekliliği üzerinden nasıl normalleşilebileceğine dair kendince açılımlar getiriyor.

    Amos Gitai'nin de, barışın gelmesinin ne kadar zor olduğu gerçeğinin farkında olduğunu söylemek gerek. O nedenle Serbest Bölge'de, gerçeklikten uzak bir anlatım yok. Farkında olmakla birlikte yine de "ama" diyen bir film karşımızdaki. Bireylerin sıradan ekonomik ihtiyaçlarından yola çıkarak nasıl da birbirlerine ihtiyaç duydukları, çok basit ama basitliği kadar da etkileyici bir anlatımla ifadesini buluyor kahramanların ağızlarında.

    İsrailli Hanna'nın "Filistinli'ler gittikten sonra çiçeklerin hepsi soldu" diyerek birlikte çiçek yetiştirip Avrupa'ya sattıkları Filistinliler'in birinci intifadadan sonra gitmeleri ile hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı serzenişine katılmamak mümkün mü? Ya da Filistinli Samir'in hayatını sürdürebilmek için İsrailli'ler ile ticaret yapmaya ihtiyacı olduğunu söylemesine? Ürdün'ün doğusundaki, politikanın değil ticari ilişkilerin hakim olduğu Serbest Bölge'de, 'düşman' tarafların düşmanlıktan uzak bir şekilde birbirleri ile alışverişte bulunmaları, nasıl normalleşilebileceğine dair bir örnek oluşturuyor.

    Sınırları daha belirginleştirmek ve sürekli kontrolleri arttırmak yerine, Serbest Bölge örneğinde olduğu gibi insani ihtiyaçlar üzerinden normal diyaloglar kurulmasını sağlayabilmek, çok daha olumlu bir yaklaşımu çağrıştırıyor. Leyla karakterinin "Düşmanının dilini bileceksin. İsrailli'ler biraz olsun Arapça bilselerdi bu noktalara gelinmezdi" haykırışının birileri tarafından duyulma zamanı gelmedi mi? Ancak karşısındakinin ne dediğini anlayabilen insan, diyalog kurabilemeyi de başarır.

    Tek derdinin, insanların politik çekişmeler üzerinden değil de, tamamen günlük ihtiyaçlar gereği birbirleri ile normal bir iletişim kurabileceklerini göstermek olduğunu belirten Amos Gitai, Serbest Bölge ile dördüncü kez Cannes Film Festivali yarışma bölümünün konuğu oldu. En iyi film ödülünü alamasa da, Hanna Laszlo'nun aldığı En İyi Kadın Oyuncu ödülünü, sonuna kadar hak ettiğini söylemek gerek.

    Son sözü filmin yönetmeni Amos Gitai'ye verelim: "50 yılı aşkın süredir Ortadoğu'da devam eden savaşta, askerler, generaller ve vatanseverlerin yer aldığı 'başarılı erkekler'i görüyoruz. Bu benim kişisel düşüncemdir ki, bir kez de kadınlara yönetme şansı tanıyalım; belki böylece işler çok daha iyiye gidebilecektir."

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top