Hesabım
    Gün Işığı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Gün Işığı

    Güneşe Işıksız Yolculuk!

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    Mezarını Derin Kaz ve Trainspotting ile doksanlı yılların gençliğinden sarsıcı manzaralar ortaya koyan Danny Boyle, 28 Gün Sonra ile iki binlerin birbirinden çok farklı iki akımına öncülük etti. George Romero gibi usta yönetmenlere sahip olmasına rağmen, daha çok istismar sinemasına dahil edilen zombi türünü popüler etmekle kalmadı; dijital filmciliğin de estetik arayışlardaki yenilikçi yönetmenlerin ilgi alanına girmesini sağladı.

    İngiliz sinemacının 28 Gün Sonra’nın ardından çektiği Milyonlar, mükemmel görüntü çalışmasına rağmen akılda kalıcı bir çalışma olmazken, Gün Işığı projesi doğal olarak ortaya hayli iddialı çıktı. Bir kere filmin yönetmeni, Kumsal ve 28 Gün Sonra’dan sonra bir kez daha sıkı yazar ve senarist Alex Garland ile işbirliği yapıyordu; başrolünde yine Cillian Murphy vardı; müziklerin bir bölümü Underworld’e aitti ve en önemlisi; bu ekip dikkat çekici bir bilim kurgu filmi için buluşmuştu. Heyecanlanmak için neden çok fazlaydı!

    Aslında, Gün Işığı’nın hayli tanıdık bir öyküye sahip olması biraz kuşku yaratmıyor değildi. Bu gerçek, İkarus II ile birlikte güneşe doğru açıldığımızda daha fazla dikkat çekiyor. İçinde bulunduğumuz gemi, güneşi diriltmek ve dünyayı buzlardan kurtarmak üzere yola çıkan ama görevini bitiremeden kaybolan İkarus I’in yerini alıyor. Gün Işığı, 50’lerin kült Amerikan bilim kurguları gibi başlıyor. Daha ilk saniyelerde, kısa bir girişle dünyanın gün ışığından nasıl mahrum kaldığını ve İkarus II’nin hayati görevini öğreniyoruz.

    Boyle, karanlık ve klostrofik uzay gemilerine alışkın izleyicileri, beyazı, yeşili (her tonu) ve sarısı bol bir uzay gemisiyle karşılıyor. Stanley Kubrick’in bilim kurgu başyapıtıyla olan benzerlikleri, sadece kimi sahnelerle sınırlı kalmıyor ve klasik müziğin yerini alan etkileyici bir ambient müziğin de eşliğiyle iyice gevşemeye başlıyoruz.

    Gün Işığı’nın giriş bölümünde, Danny Boyle’ın bu projeyi neden tercih ettiğini düşünmemek mümkün değil. Dünyayı kurtarmak için yaşamını tehlikeye atan bir grubun daha çok televizyon dizilerinin atmosferini andıran yolculuğu başlarda çok da çekici gelmiyor. Daha sonra mürettebat, izini keşfettiği İkarus I ile güneşe gitmek arasında bir kararsızlık yaşamaya başladığında, Boyle’ın bir kez daha kahramanlarını önemli bir ahlaki seçimle yüz yüze bırakacağını hissediyoruz.

    Fakat senarist Alex Garland, edebiyatçı kimliğine rağmen karakter odaklı bir senaryoya imza atmamış. Bu anlamda filmin en etkileyici bölümleri, Danny Boyle’ın görsel tasarımcıları ile birlikte hazırladığı uzay ve güneş tasarımları ile sınırlı kalıyor. Garland’ın senaryodaki en büyük hamlesi ise, iyi başlayan ama kof çıkan 'gemideki beşinci kişi' bölümü!

    Gün Işığı, bu noktadan sonra 28 Gün Sonra’nın aksiyonlu finalinin izinden giderek, sıradan bir Yaratık taklidine dönüşüyor ve filmin eksiklerini gemideki ölüm kalım savaşıyla örtmeye çalışıyor. Fakat filmin esas amacına ters düşen bu aksiyon, bütün felsefi çabalarına (tanrıyla sohbetler) rağmen inandırıcılıktan yoksun olduğu için işe yaramıyor.

    Filmin sonu ise başından belli. İkarus’un yolcuları, gemilerinin kaderiyle zıt düşmüyor ve dünyalı izleyiciler doğal ışıkla rahatlamış bir şekilde salondan ayrılıyor. Fakat bu final ve genel olarak bu zayıf senaryo Danny Boyle’a pek yakışmıyor ve ister istemez umutlar, yapımcısı olduğu ve savaşlar çağına göndermelerle dolu olduğu söylenen 28 Hafta Sonra’ya erteleniyor. Gün Işığı ise şu gerçeği daha bir netleştiriyor; bilim kurgu gerçekten her yiğidin harcı değil!

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top