2025 Emmy sezonu, ödül favorilerinin adeta yarıştığı bir yıl oldu. HBO’nun prestijli yapımı "The White Lotus", izleyiciyi ekran başına kilitleyen "Severance" ve dikkatleri üzerine çeken "The Pitt" gibi diziler şimdiden törenin ağır topları arasında yerini aldı. Ancak her yıl olduğu gibi bu yıl da ödül konuşmalarının gölgesinde kalmış, övgüyü hak eden sessiz devler var.
Peacock’ın atmosferik casus gerilimi "The Day of the Jackal", Bridget Everett’in içten performansıyla öne çıkan "Somebody Somewhere", ya da çoktan iptal edilmiş olsa da kalplerde yer eden "Forever…" Tüm bu yapımlar, yalnızca yaratıcı anlatımlarıyla değil, televizyonun sınırlarını zorlayan yaklaşımlarıyla da Emmy’yi fazlasıyla hak ediyor.
Bu seçkide, gözden kaçan 17 diziye dikkat çekiyoruz. Bu yılki Emmy adaylıkları açıklanmadan önce, radarınıza almanız gereken yapımları bir kez daha hatırlatıyoruz.
Adolescence
Netflix
Jack Thorne ve Stephen Graham imzalı Netflix mini dizisi, cinayet, toksik erkeklik ve bunun genç erkekler üzerindeki etkilerini ürkütücü bir şekilde ele alıyor. Dizi, 13 yaşındaki Jamie’nin (Owen Cooper) sabaha karşı yatağından alınıp, sınıf arkadaşını öldürme şüphesiyle tutuklanmasıyla başlıyor. Yönetmen Philip Barantini, dört bölüm boyunca imza niteliğindeki tek plan çekim tarzını kullanarak izleyiciyi Jamie’nin gözaltı sürecine, aleyhindeki delillere ve olayın sınıf arkadaşları, arkadaş çevresi, ailesi ve davaya atanan çocuk terapisti (Erin Doherty) üzerindeki etkilerine tanık ediyor. Karanlık ve etkileyici bir şekilde yazılmış bu yapım, sosyal medya aracılığıyla gençlerin hayatına ne denli hızlı nüfuz eden “manosphere” kültürünü gözler önüne seriyor.
Andor
Lucasfilm
Tony Gilroy’un iki sezonluk Disney+ dizisi, yalnızca “Rogue One”ın ön hikâyesi ya da 2019’da platformun açılışını yapan “The Mandalorian”dan bu yana çıkan en iyi “Star Wars” dizisi olmanın çok ötesinde. “Andor”, gerçek dünya tarihinden ilham alarak ve serinin doğaüstü unsurlarını geri plana iterek faşizm ve isyan üzerine incelikli, sarsıcı ve keskin bir analiz sunuyor. Diego Luna’nın canlandırdığı asi pilot dizinin adını taşıyor olabilir, ancak “Andor” aslında bir imparatorluğu ayakta tutan ve onun boyunduruğundan yavaş yavaş sıyrılan sıradan insanların çok katmanlı bir portresi. Casus ustası Luthen Rael’den (Stellan Skarsgård) İmparatorluk müfettişi Dedra Meero’ya (Denise Gough) kadar dizi, kalıcı bir hikâye anlatmak için ışın kılıçlarına ya da Güç’e ihtiyaç olmadığını kanıtlıyor.
A Thousand Blows
Robert Viglasky
“Peaky Blinders”ın yaratıcısı Steven Knight, bu kez 1880 yılında Londra’nın East End bölgesinde geçen bir Hulu dizisiyle geri dönüyor. Dizi, yeni fırsatlar aramak için Birleşik Krallık’a gelen Hezekiah Moscow (Malachi Kirby) ve Alec Munroe’nun (Francis Lovehall) hikâyesini anlatıyor. Ancak ikili, East End’in üzerinde tehditkâr bir şekilde dolaşan öfkeli gangster Sugar Goodson’la (Stephen Graham) ve Forty Elephants adlı başıbozuk kadın suçlular çetesinin lideri Mary Carr’la (Erin Doherty) karşı karşıya kalacaklarını tahmin edemez. Cinsiyetçilik, ırkçılık, sadakat ve intikam temalarını işleyen bu hikâyede Knight, nadiren ekrana yansıyan bir yeraltı dünyasını gün yüzüne çıkarırken, toplumun kenarına itilen ve hayattan daha fazlasını isteyen bir grup insanı merkezine alıyor.
The Day of the Jackal
Peacock
“Top Boy”un yaratıcısı Ronan Bennett imzalı Peacock dizisi "The Day of the Jackal", bir kılık değiştirme ustası ile onu durdurmaya kararlı MI6 ajanı arasındaki nefes kesici kedi-fare oyununu konu alan dinamik bir drama. Jackal (Eddie Redmayne), ismi bilinmeyen ve yüksek profilli işlerle aranan bir suikastçıdır; ancak bir görevin ters gitmesiyle birlikte güvenlik güçlerinin radarına takılır. Peşine düşen silah uzmanı Bianca Pullman’ın (Lashana Lynch) varlığıyla birlikte Jackal, yakalanmamak için her şeyi yapar. Ancak bu çabalar, onu giderek daha pahalıya mal olan hatalara sürükler. Baştan sona sürükleyici bir anlatı sunan dizi, karmaşık bir casusluk ağı ve takıntılarının peşinden gitmeye kararlı iki insanın, muhtemelen sağ çıkamayacakları bir serüvenini konu alıyor.
Dying for Sex
FX
Kansere dair bir dizi kulağa komedi gibi gelmeyebilir; ancak bu yılın en komik yapımlarından biri, "New Girl" ortak yaratıcıları Elizabeth Meriwether ve Kim Rosenstock’un hit podcast uyarlaması oldu. “Dying for Sex”, Michelle Williams’ın Molly rolündeki olağanüstü performansıyla hayat buluyor — ölümcül teşhisi onu bir cinsel keşif yolculuğuna sürüklüyor. Dizi, seksi kucaklamanın dönüştürücü potansiyelini son derece ciddiyetle işlerken, geri kalan her şeye karşı kurnazca alaycı bir tavır benimsiyor. Molly’nin erotik maceraları ve yakışıklı komşusuyla yaşadığı tatlı, tuhaf kimya bir yana, dizinin esas aşk hikâyesi Molly ile en yakın arkadaşı Nicki’nin (Jenny Slate) arasındaki bağda gizli.
Forever
Netflix
Judy Blume’un çığır açan romanından ilham alan Mara Brock Akil imzalı "Forever", nefes kesici bir televizyon deneyimi sunuyor. 2018 yılında Los Angeles’ta geçen dizi, lise son sınıf öğrencisi olan atlet Keisha Clark’ı (Lovie Simone) ve basketbolcu Justin Edwards’ı (Michael Cooper Jr.) hem son lise yıllarını hem de filizlenen romantik ilişkilerini dengede tutmaya çalışırken takip ediyor. İlk aşkları zarif bir incelikle ele alan bu olağanüstü yapım, Brock Akil’in televizyon ekranlarında nadiren temsil edilen genç Siyahi aşkını adeta büyülü bir şekilde işleyişiyle öne çıkıyor. Şefkatli ve canlı bir görselliğe sahip olan dizi, muhteşem sinematografisi ve kusursuz müzikleriyle izleyiciyi aşk, acı ve pek çok ilk deneyimle dolu duygusal bir yolculuğa çıkarıyor.
Industry
HBO
Akademi, genelde ilk sezonunda büyük çıkış yapamayan dizilere ödül vermekte isteksizdir; ancak HBO’nun finans draması, geç de olsa bir takdiri en çok hak eden yapımlardan biri. Londra’nın acımasız bankacılık dünyasında basamakları tırmandıkça karakterleriyle birlikte seviye atlayan dizi, artık yalnızca ahlaki pusulası olmayan Amerikalı Harper Stern’e (Myha’la Herrold) değil, aynı zamanda yayınevinin mirasçısı Yasmin Kara-Hanani’ye (Marisa Abela) de odaklanıyor — ki o da nihayetinde kuşaklar arası travmasıyla yüzleşmek yerine paranın sağladığı konforlu kalkanı seçiyor. Yaratıcılar Mickey Down ve Konrad Kay, sezonu dizinin merkezindeki bankayı adeta ortadan kaldırarak noktaladı; bu da "Industry"yi dördüncü sezona girerken heyecan verici bir boş sayfayla baş başa bırakıyor. Eğer bu bile bir-iki övgüyü hak etmiyorsa, başka ne hak eder bilemiyoruz.
Joan
ITV
Joan Hannington’ın anı kitabı "I Am What I Am: The True Story of Britain’s Most Notorious Jewel Thief" temel alınarak, Anna Symon tarafından televizyona uyarlanan CW dizisi "Joan"ın merkezinde Sophie Turner yer alıyor. 1980’lerin ortasında Londra’da geçen hikâye, Joan’ın servet ve mücevher takıntısını, küçük kızını tekrar yanına alabilmek için bir dizi dolandırıcılık planı yaparak nasıl kullanmaya başladığını anlatıyor. Suça eğilimli bir antikacı olan Boisie (Frank Dillane) ile iş birliği yapan ikili, güç, aldatma ve servet takıntısıyla yönlendirilen, korkutucu seçimlerle dolu bir yolculuğa çıkıyor. Joan’ın duygusal iç dünyasını açığa çıkaran anlatım, bu diziyi benzersiz kılan en önemli unsur.
The Last of Us
HBO
Orijinal oyunun hayranları, HBO’nun amiral gemisi video oyunu uyarlamasındaki o acımasız dönüm noktasının geleceğini biliyordu; ancak Pedro Pascal’ın sert ama korumacı Joel karakterinin eylemlerinin uzun vadeli bedellerine yenik düşmesini izlemek yine de sarsıcıydı. Amerika, mantar zombileriyle dolup taşsa da "The Last of Us", özünde hayatta kalmanın insanların ruhunda bıraktığı izleri anlatan bir insan hikâyesi olmaya devam ediyor. Ellie (Bella Ramsey), şiddet dolu ve intikamla yanıp tutuşan bir yetişkine dönüşmüş durumda — ve yeni ezeli düşmanı Abby’yle (Kaitlyn Dever) ne kadar benzeştiğini görecek hâlde değil. Üçüncü sezon onayıyla anlatım için daha geniş bir alan bulan "The Last of Us", hem içsel duygulara hem de büyük ölçekli görsel şölenlere yer verebiliyor. Yeni katılan oyuncular Isabela Merced ve Young Mazino, Pedro Pascal’ın yokluğuyla açılan boşluğu doldurmaya katkı sağlıyor — her ne kadar onun eksikliği dizinin üzerinde hep bir gölge gibi kalacak olsa da.
Long Bright River
Peacock
Liz Moore’un çok satan romanından uyarlanan ve Peacock için Moore ile Nikki Toscano tarafından geliştirilen "Long Bright River", sadece bir cinayet gizemi olmanın çok ötesinde. Bu dizi, kız kardeşlik, bağlar ve insanların gizli tutmayı tercih ettiği gerçekler üzerine bir anlatı. Hikâye, Philadelphia’da devriye polisi olarak görev yapan Mickey Fitzpatrick’in (Amanda Seyfried), hem yaşadığı mahallenin hem de küçük kız kardeşi Kacey’nin (Ashleigh Cummings) yoksulluk, bağımlılık ve ihmalin pençesine düşüşünü izlemesiyle başlıyor. Evsiz seks işçileri öldürülmeye başladığında, Mickey ve eski partneri Truman Dawes (Nicholas Pinnock), meslektaşlarının ilgilenmediği bir soruşturma hattına giriyor. Karşılaştıkları şey, güçsüzlük ve umutsuzluk döngülerinin yarattığı ürkütücü bir labirenttir.
The Penguin
HBO
Matt Reeves’in 2022 yapımı "The Batman" filminden bir hafta sonrasında geçen Lauren LeFranc imzalı "The Penguin", Oz “Penguin” Cobb’un (Colin Farrell) Gotham’daki güç yükselişine odaklanıyor. Patronunun ölümünü fırsat bilen Oz, şehri ele geçirme planlarını devreye sokar. Ancak Carmine Falcone’un kızı Sofia Falcone’un (Cristin Milioti) geri dönüşü, onun tüm hesaplarını altüst eder. "The Penguin", ne kadar Oz’un hikâyesi olsa da aynı ölçüde Sofia’nın da hikâyesidir. Farklı travmalarla şekillenmiş bu iki karakter, birbirlerine denk rakiplerdir. Karanlık ve rahatsız edici atmosferiyle dizi, suç kavramına dair ustaca işlenmiş bir çözümleme sunuyor.
Presumed Innocent
Apple TV+
Scott Turow’un 1987 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan David E. Kelley imzalı mini dizi, 1990 yapımı film uyarlamasından farklı olarak yeni ve güncellenmiş bir bakış açısı sunuyor. Bu versiyonda hikâye, Chicago başsavcı yardımcısı Rusty Sabich’in (Jake Gyllenhaal), hem meslektaşı hem de sevgilisi olan Carolyn Polhemus’un (Renate Reinsve) vahşi bir cinayetle öldürülmesi sonrası sanık sandalyesine oturmasıyla gelişiyor. Apple TV+ dizisi, kendi imajıyla eylemleri arasındaki uçurumu kapatamayan bir adamın portresini çiziyor. Narsisizm ile çekicilik arasında gidip gelen Rusty bir muamma — tıpkı onun işleyip işlemediği belirsiz olan o suç gibi.
The Rehearsal
HBO
İlk sezonuyla sınırları zorlayan performans sanatını bambaşka bir seviyeye taşıyan Nathan Fielder, HBO dizisinin ikinci sezonunda çıtayı daha da yükseltiyor — hem mecazi hem de kelimenin tam anlamıyla, çünkü bu kez rotasını gökyüzüne çeviriyor. Fielder, uçak kazalarının büyük kısmından pilotlar arası iletişim sorunlarının sorumlu olduğuna inanarak, bu probleme kendi imzası haline gelen yöntemini uygulamaya karar veriyor. Devasa bir bebek karyolası, derme çatma bir Nazi sığınağı ya da sahte bir şarkı yarışmasının uçak kazalarıyla ne ilgisi olduğu başlangıçta anlaşılmayabilir; ancak Fielder’ın tuhaf zihninde yeterince zaman geçirildiğinde her şey garip ama komik bir şekilde anlam kazanmaya başlıyor.
The Righteous Gemstones
Connie Chornuk
İşlevsiz bir ailenin hikâyesini anlatan Danny McBride’ın başyapıtı "The Righteous Gemstones", final sezonunda zirveye ulaştı ve HBO komedisi sahneyi en yüksek perdeden terk etti. Kardeşler Jesse (Danny McBride), Judy (Edi Patterson) ve Kelvin (Adam Devine), hayli zorlu sınavlardan geçti: Anneleri Aimee Leigh’in (Jennifer Nettles) yasını tutmak, Judy’nin eşi BJ’nin (Tim Baltz) talihsiz bir direk dansı kazasında felç kalması, ve amcaları Baby Billy’nin (Walton Goggins) “Teenjus” adını verdiği abartılı projeyi gerçekleştirebilmesi için milyonlarca doları batırmak… Hepsi ayrı bir stres kaynağıydı. Ancak ailenin babası Eli’nin (John Goodman), eski aile dostları Lori’ye (Megan Mullally) âşık olması — ve çocukların ikisini uygunsuz bir anda yakalaması — gerçekten bardağı taşıran damla oldu. Gemstone ailesi mutlu sona ulaşmadan önce, hem babalarının hem de kendi hayatlarının yeni bir evreye geçtiğini kabullenmek zorundaydı. Üstelik dizi, final sezonunu Bradley Cooper’ın yer aldığı bir İç Savaş geri dönüşüyle açarak cesur bir hamleye de imza attı. Kapanışlar çoğu zaman zor olur ama "The Righteous Gemstones", bu işi ustalıkla tamamladı.
Say Nothing
FX
Patrick Radden Keefe’in Kuzey İrlanda’daki çatışmalar (The Troubles) üzerine yazdığı kurgu dışı kitabı Say Nothing, zaten başlı başına okunması gereken bir eserdi. FX’in sınırlı dizisi, IRA üyeleri Brendan Hughes (Anthony Boyle) ve Dolours Price’ın (Lola Petticrew) gerçek hayat hikâyelerini dramatize ederek, Keefe’in araştırmalarını derinleştiriyor ve haklı görünen bir dava uğruna verilen mücadelenin insani bedellerini gözler önüne seriyor. Say Nothing, şiddetli direniş ile meşru siyaset arasındaki ilişki üzerine kışkırtıcı sorular soruyor; ancak bu sorgulamalarını karmaşık figürler olan Brendan ve Dolours’un yanı sıra, ortadan kayboluşu mahallesinin üzerinde karanlık bir gölge bırakan bekar anne Jean McConville (Judith Roddy) gibi masum insanların deneyimlerine dayandırıyor. Dizinin en belirsiz karakteri ise, çatışma çözümünün ahlaki bedellerini somutlaştıran Gerry Adams (Josh Finan). "Say Nothing", barışın neye mal olduğunu anlatıyor — ve buna rağmen bu bedelin ödenmeye değer olduğunu savunuyor.
Somebody Somewhere
HBO Max
HBO’nun "dramedi" dizisi "Somebody Somewhere", üç sezonluk yayın hayatı boyunca istikrarlı şekilde olağanüstü bir televizyon deneyimi sundu. Dizi, Sam Miller’ın (Bridget Everett), kız kardeşinin hastalığı ve ardından gelen ölümü nedeniyle doğup büyüdüğü yer olan Manhattan, Kansas’a dönüşünü konu alıyor. Hikâye, Sam’in yas süreci ve öfkesini, en yakın arkadaşı Joel’le (Jeff Hiller) olan bağını, içine kapanma ve kendinden nefret etme gibi eski alışkanlıklarına rağmen hayata tutunma çabasını merkezine alıyor. Final sezonunda Sam, diğer kız kardeşi Tricia’yla (Mary Catherine Garrison) yeniden bir bağ kuruyor ve yeni tanıştığı bir adam, Iceland (Darri Ólafsson) ile arasında bir yakınlık gelişiyor. Sam, hayatın önüne çıkardığı tüm sertliklere rağmen yolunu bulmaya devam ediyor.
Your Friends & Neighbors
Apple TV+
Orta yaşlı erkeklerin kaygılarına odaklanan anlatılar genellikle cazibesiz olabilir. Ancak Apple TV+ yapımı "Your Friends & Neighbors", yaratıcısı Jonathan Tropper’ın kaleminden Andrew “Coop” Cooper’ın (Jon Hamm) hikâyesini karmaşık ve çarpıcı bir şekilde sunuyor. Yakın zamanda işinden kovulan Coop, bir zamanlar “mükemmel” olarak gördüğü hayatının elinden kayıp gidişine ayak uydurmaya çalışır. Eski eşi Mel’in (Amanda Peet) evliliklerini bitiren ilişkisine karşı hâlâ derin bir öfke duyan ve çocuklarıyla giderek uzaklaşan Coop, lüks yaşam tarzını sürdürebilmek için sıra dışı bir plan yapıyor: Varlıklı Westmont Village mahallesindeki komşularını soymaya başlıyor ve geri dönüşü olmayan bir suç yoluna giriyor. "Your Friends & Neighbors", yalnızca Amerikan rüyasının sahteliğine dair bir değerlendirme değil; aynı zamanda para ve nüfuzla nelerin gizlenebileceğini sorgulayan bir dizi.