Hesabım
    Kan Kokusu
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Kan Kokusu

    En nihayetinde hepimiz neysek oyuz.

    Yazar: Hande Kara

    Geçtiğimiz yıl İstanbul Film Festivali’nin Alacakaranlık Kuşağı’nda gösterilen Ölümün Alfabesi (The ABCs of Death) adlı filmde yer alan 26 ölümden birinin (I is for Ingrown) yönetmeni olan Meksikalı Jorge Michel Grau'nun 2010 yapımı filminin yeniden çevrimi olan Kan Kokusu (We Are What We Are)’nu Film Ekimi’nde izleme şansı bulmuştum. Bu kez yönetmen koltuğunda Jim Mickle’ın oturduğu Kan Kokusu, ilk olarak Sundance’te, ardından da Cannes’da “Yönetmenlerin On Beş Günü” seçkisinde gösterilmişti.

    İlk filmden farklı olarak aile fertlerinin değiştiği yeniden çevrimde, annelerinin şüpheli ölümünün ardından despot babaları ve küçük kardeşleriyle baş başa kalan iki kız kardeşin, Parker aile geleneğini sürdürmek zorunda oldukları gerçeği ile tanışıyoruz. Bu geleneğin ne olduğu ve kızları neden bu kadar tedirgin ettiği konusu bir süre gizemini korusa da, çok geçmeden Parkerlar’ın ritüellerinin ne olduğunu anlıyoruz. Herkesten uzakta bir hayat süren Parker Ailesi’nin korkunç sırrı, fırtına nedeniyle taşan nehir sebebiyle ifşa olunca, ipuçları da birbirini kovalıyor ve o andan itibaren tüylerimiz diken diken filme devam ediyoruz.

    Her iki filmi de izlemiş biri olarak, ilk filmin orijinalliğini bir kenara koymak gerekirse, Kan Kokusu’nun oldukça başarılı bir yeniden çevrim olduğunu söyleyebilirim. Hikayenin değişen ayrıntıları, bulunan ipuçlarının detayları daha ince bir düşüncenin sonucu olarak yansıyor perdeye, aynı şekilde filmin sonu da benim için ilkinden çok daha tatmin ve hatta şok edici. Burada devreye elbette yönetmen Jim Mickle’ın tercihleri giriyor. Zira Mickle bir önceki filmi Vampir Cehennemi (Stake Land) ile de türün meraklılarının beğenisi kazanmış ve kendi özgün post-apokaliptik dünyasını başarı ile kurmuştu. Kan Kokusu’nda elindeki hikayeyi olabildiğince yoğurarak kendi kıvamına getiren yönetmen, Haneke’den etkilendiğini de gizlemiyor. Zira “bir Haneke tedirginliği” dediğim o diken üstündeki dakikalardan Kan Kokusu’nda da hatırı sayılır sayıda var.

    Filmin oyuncu kadrosu da gayet başarılı tercihlerden oluşuyor. İki kız kardeşi oynayan Ambyr Childers ve Julia Garner’ın yüzlerinden akan masumiyetleri, filmin sonuna gelindiğinde şokun dozunun artmasına büyük yardımcı. Aynı şekilde katı kuralları ile ailesini yöneten babayı oynayan Bill Sage de, Tanrı’dan geldiğine inandığı buyruğun zalimliğindeki gölgesiyle oldukça başarılı bir oyun sergiliyor.

    Aslına bakarsanız, filmin sürprizini bozmamak adına hikayenin can alıcı ayrıntısına değinmeden yazmak hayli zor. Yine de Parkerlar’ın sırrını ifşa etmeye hiç niyetim yok. Hatta filmi, fragmanına bile bakmadan izlemenizi öneririm. Tabii orijinal Kan Kokusu (Somos Lo Que Hay)'nu izleyenlerin böyle bir şansı olmayacak ama güzel haber, farklı bir sonun onları beklediği. Kısacası ilk olarak re-make fikrine sıcak bakmayan ve bu film için teklifi geri çeviren Jim Mickle, ilk filmin sadece çıkış noktasını alarak, adeta yeni bir film yaratıyor ve bu konuda da gayet başarılı oluyor. Kan Kokusu, haftanın tedirgin edici tek alternatifi.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top