Hesabım
    Üç Yol
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Üç Yol

    Ah Hasankeyf...

    Yazar: Melis Zararsız

    Bu sene Antalya Altın Portakal film gösterimlerinde yarışma dışı filmlerden biriydi Üç Yol, daha önce izlediğim Meryem’le aynı saate denk gelince, Üç Yol’ü izlemeye karar verdim. Bu hafta ise vizyonda Üç Yol.

    Genç yönetmen Faysal Soysal’ın ilk uzun metraj filmi bu. Soysal aynı zamanda şiir, hikaye ve senaryo yazan, kısa filmler de çekmiş biri. Tıp ve eczacılık okurken, zamanının edebiyata, şiire, sinemaya yetmediğini farkederek eğitimini yarıda bırakıp İran’da sinema okumaya gitmiş, kendisini farklı disiplinlerle beslemiş, bana göre değişik ve değerli bir yönetmen var karşımızda. 2007 yılında Kayıp Zaman Düşleri isminde bir kısa film çekiyor, çeşitli kısa film festivallerinden ödülle dönüyor yönetmen. İlk uzun metraj filmi Üç Yol’a yapımcı bulamıyor, sadece TRT ortak yapımcı oluyor, kendisi de filmin yapımcısı olarak elini taşın altına koyuyor.

    Üç Yol, tiyatral br sahneyle açılıyor, yönetmenin kendini özdeşleştirdiğini söylediği, şiir yazan Bünyamin (Nik Xhelilaj) karakterine ait bir rüya sahnesi bu, kısa da sürmüyor, bir süre filmin bu tiyatral havada gideceğini zannedip, sonra farkediyorsunuz rüya olduğunu. Filmde rüyaların yeri önemli zaten. İmgelerle dolu bir hikaye…

    Filmin somut hikayesinden bahsetmemiz gerekirse, konu 90’lı yıllar Bosna Hersek’ine odaklanıyor ve aslında bu anlamda bir ilk olduğunu söyleyebiliriz sanırım Türkiye sinemasında. Bosna Savaşı, Srebrenitsa Katliamı, mezarlardan yıllar sonra çıkan kayıplar, izler, bu filmin odak noktasını oluşturuyor. Başkahramanımız Bünyamin çocukluğunda travmatik bir durum yaşıyor, abisine olan kıskançlığı yüzünden arkadaşının Malabadi Köprüsü’nden aşağı düşerek ölmesine sebep oluyor ve kendisini affedemiyor, oysa ki ağabeyi Yusuf (Turgay Aydın) onu affetmiştir, bu vicdan muhasebesi ona çok ağır geliyor, affedilmiş olmak ona daha ağır geliyor ve kendi kendini cezalandırıyor. Bünyamin Bosna’da toplu mezarlardan ceset çıkaran bir kuruluşta görevli, kendisini bu işe adıyor belki kaçmak için ama bu cesetler onu daha da kötü etkiliyor. Bu dönemde Mostar Köprüsü’nün üstünde, intihar etmeyi düşünen Zrinka (Kristina Krepela) isimli genç bir kadınla tanışıyor. (Malabadi Köprüsü, Mostar köprüsünün ikizi olarak kabul edilir.) Savaşta yakınlarını kaybetmiş, en yakın arkadaşına ise bu travmayı atlatmakta yardımcı olamamış ve intiharını durduramamış olmanın acısını yaşayan Zrinka ile Bünyamin’in arasında bir yakınlık oluşuyor ama iki yaralı insan bu aşkı doğru dürüst ortaya çıkaramıyorlar. Fakat Bünyamin, Zrinka’nın sayesinde geçmişiyle yüzleşmeye karar vererek ailesinin yanına, Hasankeyf’e gidiyor. Orada ise onu üzücü bir son bekliyor halbuki…

    Fakat film dramatik kurgusu açısından bu anlattığımız şekilde, yani giriş, gelişme sonuç şekliyle ilerlemiyor elbet. Yönetmen bir yandan doğuda yaşanan bir aşk hikayesini şiirsel bir biçimde anlatıyor bize, bir yandan rüyalarda kullandığı imgelerle, örneğin kuyu ile, düşmeyi, kaybetmeyi yansıtmaya çalışıyor,  bir yandan konuyu Yusuf ile Züleyha mesnevisi ile birleştirerek tasavvufi bir anlam da katıyor öyküsüne. Üstelik, merkeze Yusuf’u değil Bünyamini alarak, burada psikolojik bir konuyu da değerlendirmiş oluyor, kıskançlık meselesinin üstünde duruyor, kötü kardeş olarak adlandırılan tarafı anlamaya, neden kötü olduğunu anlamaya çalışıyor, kıskançlığın neden meydana geldiğini anlamaya çalışıyor.

    Bünyamin’in ailesinin yanına Hasankeyf’e dönüşünde izlediklerimiz de aslında kültürel değerlerimiz adına çok anlamlı. Zira Üç Yol, Hasankeyf’te çekilebilmiş son film, Mardin’e kadar uzanmakta olan o coğrafya maalesef artık yok. Yönetmen filminde Hasankeyf’in arka sokaklarına, hiç bilinmeyen yerlerine de kamerasını doğrultarak aslında Hasankeyf’in sadece kaleden, dere kenarından oluşmadığını da gösteriyor bize. Filmin bir kültürel boyutu da kullanılan diller üzerinden düşünülebilir: İngilizce, Boşnakça, Kürtçe ve Türkçe.

    Bu denli geniş ve güzel coğrafyalarda çekilmiş bir filmin görüntü yönetimi de gerçekten çok başarılı. Bosna’dan Mardin’e tüm o mekanları siz de görmek isteyeceksiniz, lakin ne yazık ki Hasankeyf’li kısımları isteseniz de bir daha göremeyeceksiniz…Yine de belki hiçbirşey için geç değildir, zararın neresinden dönülse kardır, keşke bu film izlense ve Hasankeyf olduğu kadarıyla kurtarılabilse diye ümit ediyoruz elbet, belki yönetmenin de umudu budur…

    Son derece değerli bulduğum bu filmle ilgili tek eleştirim, çok fazla konuyu ve çok fazla disiplini birarada anlatmaya çalışmasının izleyiciyi yoruyor olması. Bosna savaşı, kaybedilenler, mezarlar, Hasankeyf, şiir, psikoloji, imgeler, rüyalar, tasavvuf vs.. gibi baktığımızda gerçekten yorucu bir akış var. Bunun yönetmenin zengin dünyasının bir sonucu olduğunu biliyorum, etkilendiği tüm disiplinleri ilk uzun metraj filmine koymak istemiş besbelli. Üstelik yapımını kendisinin üstlendiği bir filmde bu kadar bonkör davranması ciddi bir risk ve cesaret. Fakat bundan sonraki işlerinde tüm etkilendiği disiplinleri birarada görmek yerine daha sadeleşmiş hikayeler izlemeyi tercih ederim şahsen. Haftanın şans verilmesi gereken filmlerinden...

    http://www.melisinema.net

    http://www.twitter.com/blossomel

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top