Nerede o eski "Kaptan Amerika"lar?
Yazar: İdil Hazal AcarÇoğumuz Kaptan Amerika’yla 2019'da vedalaşmış, (Marvel tarihinde The Blip olarak bilinen Thanos’un parmak şıklatmasından sonra yaşananları kastediyorum) artık yaşlanan ve Kaptan Amerika’lık görevine veda eden Steve Rogers’ı geride bırakarak The Falcon olarak uzun süredir tanıdığımız Sam Wilson’ın Kaptan Amerika kalkanını devralmasını kabullenmiştik. Bu yüzden 2025’in ilk Marvel filmi olan "Captain America: Brave New World"de hiç bilmediğimiz eski bir Kaptan Amerika olan Isaiah Bradley’le karşılaşan herkes ufak bir şok geçirmiştir sanıyorum. Yine, Disney+’ta yayınlanan Marvel dizilerini takip etmeyen izleyicilerin hazırlıksız geldiği bir filmle karşı karşıyayız. Çünkü bir önceki Marvel fazı olan Faz 4’ün “The Falcon and The Winter Soldier” (2021) dizisini izlememiş olan hayranlar, tanımadıkları bir Kaptan Amerika üzerine kurulmuş yeni bir Kaptan Amerika filmiyle karşılaştı.
Artık Anthony Mackie tarafından canlandırılan yeni Kaptan Amerika’nın bu ilk filmi 5. Faz’ın da son filmlerinden biri. Buna rağmen kendi zaman çizgisi içinde yepyeni bir dönemin kapısını aralayarak iddialı bir hikâye vadediyordu. Film, Sam Wilson’ın Kaptan Amerika olarak yükselişini ve onu bekleyen uluslararası bir krizin ortasında, politik entrikalarla örülü bir dünyanın kapılarını aralamasını konu alıyor. Yönetmen Julius Onah, aksiyon ve gerilimi harmanlamaya çalıştığı filmde, görsel efektlerle dolu sahnelerle seyirciye soluksuz anlar sunmak istemiş. Ancak bunu başarabilmesi hikayede çok fazla değişiklik yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Marvel
Anthony Mackie, Sam Wilson rolünün hem karizmatik hem de insani yönlerini ustalıkla yansıtarak, kahramanlıkla gelen sorumluluğun ağırlığını hissettiriyor. İlk kez "Captain America: The Winter Soldier" filminde “The Falcon” olarak tanıtılan karakter, yıllar boyunca her ortaya çıkışında izleyicilere görev bilincinin yüksekliği ve sorumluluk duygusunun eşsizliğiyle tanıtılmış ve sevdirilmiş bir karakter. Fakat önden diziyi izleyerek hazırlık yapmamış bir izleyici için, çıraklığını izlediği Falcon’un, ustalık döneminde Kaptan Amerika olması pek de kabul edilebilir değil. Bu yüzden olsa gerek, film Wilson’ın hem kendini hem izleyiciyi yeni Kaptan Amerika olduğuna inandırmaya çalışmasıyla geçiyor. Bunu yaparken izleyicinin kalbinde hiçbir yer kazanmamış olan Isaiah yerine, Steve Rogers (Chris Evans) bir minicik sahneyle bile eski Falcon’uyla helalleşse izleyici ikna edilebilirdi ama bu yolu seçmemişler. Ne diyebilirim, bir fotoğrafla dahi Steve Rogers’ı görmemiş olmak bana biraz saçma geldi. Üstelik tek sorun bu değil.
Ana hikayede; ilk başta anlattığım gibi Sam Wilson, Steve Rogers’ın mirasını devralarak Kaptan Amerika kimliğiyle dünyada barışı korumaya çalışmaktadır. Ancak, yeni Kaptan Amerika olmanın sadece fiziksel mücadelelerle değil, politik entrikalar ve diplomatik dengelerle de ilgili olduğunu kısa sürede anlar ve şimdiye kadar ne Steve Rogers’ın ne de bir diğer Avengers lideri olan Tony Stark’ın (Iron Man) seçmediği bir yol olan siyasete fazlaca bulaşarak yeni seçilen Amerikan Başkanı Thaddeus Ross’un (Harrison Ford) yanında saf tutar. Evet, “Civil War”da Sokovia Antlaşması’nı imzalatarak süper kahramanların ve SHIELD’ın yetki alanını sınırlayan Ross’tan bahsediyoruz.
Fakat ABD’nin yeni başkanı Thaddeus "Thunderbolt" Ross, seçilmesinin hemen ardından dünya çapında bir krizle karşı karşıya kalır: İzleyiciye yeni tanıtılan “Adamantium” adlı bir süper elementin paylaşmı ülkeler arasında bir gerilime yol açar. Bu değerli metalin yeni bir küresel güç dengesizliğine yol açabileceğinden korkan Ross, Kaptan Amerika’dan bu meseleyi araştırmasını ister. Ancak, Sam Wilson sadece bir hükümet ajanı gibi hareket etmeye değil, adaletin tarafında olmaya kararlıdır. Ve karşısına ilk tehdit olarak adamantiumun peşinde olan karanlık SERPENT örgütü çıkar. Çok geçmeden bu örgütün liderinin (Giancarlo Esposito), aslında Marvel’ın en güçlü kötülerinden Samuel Sterns tarafından kiralandığı anlaşılır.
"Kimdi bu Samuel Sterns?" diye düşünecek olabilirsiniz. Sizleri yormadan ben hatırlatayım: Ta 2008 yılında, Edward Norton’ın Hulk’ı oynadığı “The Incredible Hulk” filminde Bruce Banner’ın gamma ışını yüklü kanıyla enfekte olduktan sora mutasyon geçiren bir bilim adamıydı. 17 yıl sonra, yeniden Tim Blake Nelson tarafından canlandırılan Sterns, görünüşe bakılırsa aradan geçen yıllar boyunca Ross’un esiri olarak hapsedilmiş ve mutasyonun kendisine kazandırdığı müthiş zeka ile olasılık hesaplama gücünü Ross’u yükseltip ABD başkanı yapmak için harcamış. Bunun karşılığında tek beklentisi ise özgür olmakmış... Ancak Ross her zamanki güvenilmez kişiliğini hatırlatarak bu sözünü tutmaz ve Sterns’ü intikam için farklı bir yol seçmek zorunda bırakır.
Sterns, eski Kaptan Amerika Isaiah ve başka insanlar üzerinde zihin kontrolü kullanarak Ross’a bir suikast girişimi düzenletir. Bu arada Japonya ve Amerika’yı adamantium’un kontrolü için savaşın eşiğine getirir. Yine de esas planı bunun ötesindedir. Sözde Ross'a sağlığını geri kazandırmak için verdiği haplar gamma ışını yüklüdür ve Sterns’ün aktive etmesiyle ABD başkanı olan Ross bir anda tüm dünyanın gözü önünde Red Hulk’a dönüşür.
Filmin bundan sonrası Kaptan Amerika’nın duruma el koyması, Sterns’ü ve Red Hulk’ı yenmesiyle beklenebilir şekilde mutlu bitiyor. Ve bir sonraki Marvel filmi olan "Thunderbolts*" vizyona girene kadar dünyayı bir kez daha kurtarmanın gönül rahatlığıyla evlerimize yollanıyoruz. Fakat bu hikaye beni tatmin etmiyor. Steve Rogers gibi önemli bir karakteri bu hikayede görememenin sıkıntısı başka bir önemli karakterin eksiğiyle perçinleniyor: Bruce Banner! Tüm filmi 2008’deki Hulk hikayesi üzerinde kurmuş, Red Hulk’ı ilk kez izleyiciye tanıtmış ve Banner’ın sevgilisi/Ross’un kızı Dr. Betty Ross'u (Liv Tyler) bile bu film için getirmişken Bruce Banner bu filmde nasıl oluyor da kendine yer bulamıyor gerçekten anlamıyorum. Winter Soldier Bucky Barnes’ı (Sebastian Stan) oynatmaya yeten bütçe herhalde Hulk’ı (Mark Ruffalo) getirip Red Hulk’la dövüştürmeye yetmemiş. Bütçesel sorunları anlayabilirim ama hikâye açısından gerçekten büyük eksiklik olduğunu söylemeden geçemem. Bu arada Buck’ın da son durumuyla ilgili bilgi edinme fırsatı da buluyoruz. Görünüşe göre o da tıpkı Wilson gibi siyasete bulaşmış ve artık bir Kongre üyesi adayı… Karakterine gelecekte neler olacağını ise "Thunderbolts*"ta izleyeceğiz.
Artık Marvel’ın alamet-i farikası sayılan jenerik sonrası teaser’da Evans’ı, Ruffalo’yu ya da en azından artık fragmanları çıkmış "Thunderbolts*" ya da "The Fantastic Four: First Steps"ten bir sahne görmeyi beklerken Wilson ve Sterns’ün yeniden birbiriyle restleşmesini görmek de beni hiç memnun etmedi. İşin doğrusu bu yeni filmde, ne önceki Marvel filmlerinin klasikleşen açılış jeneriğini ne de merak uyandıran bir kapanış sahnesini bulamamanın hayal kırıklığı içindeyim. Trump başa geldikten sonraki ilk Marvel kötü örgütünün, Giancarlo Esposito nezdinde Hispanik olarak tanıtılmasına ise ufak bir şok geçirdim. Esposito için bir başlık daha açayım, çünkü kendisi Marvel’daki süper kahraman dünyasının alt üst edildiği Prime Video dizisi "The Boys”ta da önemli bir kötü karakteri canlandırıyor ve her zamanki gibi harika. Umarım kendisini ilerleyen Marvel filmlerinde de görme imkânı buluruz.
Özetle, hikâye olarak Marvel dizilerini bel kemiğine oturtmuş, buna rağmen mirasını sürdürdüğü Marvel filmlerinden doğru beslenememiş bir Kaptan Amerika filmi izliyoruz. Bugüne kadar çok sevdiğim Sam Wilson’ı Kaptan Amerika olarak benimseyemedim. Ross’un Wilson’dan yeni Avengers’ı kurmasını istemesi hiçbir yere bağlanmadı. Gelecek filmler için bir giriş yapılmadı. Bol bol kavga dövüş olsa da, görsel olarak da hayranlık uyandırmayan bir film oldu. Yine de tek bir övgüde bile bulunmadan eleştirimi sonlandırmak istemem. Uzun süredir duyduğum en başarılı ses tasarımı Kaptan Amerika’daydı. Doğrusu bu dalda Oscar adayı olduğunu da görmek isterim. Fakat bunun dışında değil ödül almak, akılda kalıcı bir film olabileceğine dahi inanmıyorum. Umarım "Thunderbolts*" ve "Fantastic Four" daha başarılı filmler olur.
İdil Hazal ACAR