Romantik olmaya çalışan, ağzı kalabalık bir drama.
Yazar: Hande Karaİlk uzun metrajı Past Lives ile En İyi Film ve En İyi Özgün Senaryo dallarında Oscar’a aday gösterilen Celine Song’un ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nde yapan yeni filmi Materialists, bu hafta beyaz perdedeki yerini aldı. Filmle ilgili başka eleştirmenlerden bambaşka şeyler okuyabilirsiniz ancak ben Past Lives’de de olduğu gibi, bizde vizyona Tam Bana Göre adıyla giren bu romantik komediden pek haz alamadım. Filme romantik komedi diyebilir miyim, ondan da pek emin değilim açıkçası. Dolayısıyla bir Nora Ephron hayranı iseniz (Celine Song öyle olduğunu ve filmde You’ve Got Mail, When Harry Met Sally gibi filmlerden etkilendiğini söylüyor.) Materialists sizi büyük hayal kırıklığına uğratabilir.
Dijital platform döneminin kayıplarından biri de büyük ekran romantizminin kaybı kuşkusuz. İnsanların aşk hikayelerini artık evde izlemeyi tercih ettikleri yönünde oluşan yanlış kanı geçtiğimiz baharda izlediğimiz "Bridget Jones: Mad About the Boy" filminin gişe rekorları kıran işler yapması üzerine bir nebze kırıldı. Netflix romantik komedilerle dolup taşmış olabilir, ancak sinema severler sevgiye o kadar aç ki; Sydney Sweeney ve Glen Powell'ın "Anyone But You"su dünya çapında gişede 220 milyon dolar hasılat elde etti. Bu arada, gişe rekorları kıran çoğu aksiyon macera filmi karakterlerinin öpüşmesine bile izin vermiyor. Oysa ki kimilerine göre sinemaya gitmenin en büyük zevklerinden biri güzel / çekici insanların birbirlerine aşık olmasını izlemektir. Esas kız ile esas oğlan birbirleri olmadan yaşayamayacaklarını fark ettiklerinde izleyici de ilkel bir duygusal tatmin yaşar. İşte Materialists ile bu duyguyu yeniden yaşayacağımızı sanmıştım ama maalesef yanılmışım. Materialists eleştirdiği ikili ilişkilerin kalıbından çıkamayan ve onları listelemelere hapseden rom-com görünümlü bir drama aslında.
Celine Song'un güncelliğini yıllar önce kaybetmiş büyükşehir romantik komedisine yönelmesi şaşırtıcı mı bilinmez, ancak Song’un daha önce gerçek bir çöpçatan olduğunu öğrendiğimde filme bir şans vermem gerektiğini düşündüm. Zira, işin içinden gelen biri o dünyayı çok iyi anlatabilirdi. Açıkçası anlatmış da, ancak yapay zeka çağında, hala geleneksel yöntemler üzerinden çöpçatanlık yapan şirketler var mı, dahası iş yapıyor mu benim için merak konusu. Bu açıdan bakıldığında filmi belki de gerçekten 90’larda ya da 2000’lerin başında geçseydi, çok daha kabul edilebilir olabilirdi. Zira filmin temel hikâyesi doğrudan o tarihlerden alınmış gibi görünüyor. Ancak ortaya çıkan film, türlerin "yükseltilmeye" çalışıldığı ve anlatıların ancak entelektüel yorumlara indirgenebildiği bugüne ait bir yapım. Üstelik romantik-komedi türünün ne romantik ne de komedi unsurlarını yerine getirebiliyor.
"Materialists"in üçgen ilişki yapısı, "Past Lives" ile benzerlik gösteriyor. İki filmde de kadının bir erkekle romantik ilişkisi, geçmişten gelen başka bir adamın varlığıyla gölgeleniyor. "Materialists"te Dakota Johnson, Manhattan’da profesyonel olarak çöpçatanlık yapan Lucy Mason’ı canlandırıyor. Lucy bir müşterisinin düğününde, damadın kardeşi, aile şirketinin zengin ortağı Harry Castillo (Pedro Pascal) ile tanışıyor. Lucy onu müşteri yapmak isterken, Harry ise Lucy'den etkilenip ondan bir randevu istiyor ve aralarında bir ilişki başlıyor. Ancak düğünde Lucy’nin eski sevgilisi, şu sıralar garsonluk yaparak geçimini sağlayan oyuncu John Pitts (Chris Evans) ile karşılaşmasıyla işler karmaşıklaşıyor.
Lucy’nin yükselen sosyal konumu, sahip olmadığı lüksün sınırlarında dolaşmasına yol açıyor. Öte yandan Harry’nin zenginliği ve etkisi o kadar büyük ki, bürokratik engelleri kolayca aşarak Lucy ile daha samimi bir ilişki kuruyor. Lucy onu sektörlerinde "imkânsız bir fantezi" anlamına gelen "tek boynuzlu at" olarak tanımlıyor ve tedbirli bir şekilde kendini bu ilişkiye kaptırıyor. Tedbir almak Lucy’nin temel refleksi; kariyeri, yetiştirilişi ve John'la olan ilişkisi, dünyaya formüller, sayılar ve hesaplamalar üzerinden bakmasını öğretmiş. İşi başkalarının beklentilerini karşılamak üzerine kurulu; gelir, geçmiş, yaş, mizaç, politik görüş, hatta ırk.. Sonunda bu hesaplar onu modern flört dünyasının gerçek tehlikelerine karşı körleştiriyor. Lucy ve Harry birlikte çok zaman geçiriyorlar ancak birbirlerini gerçekten tanıyamıyorlar. Yeniden ortaya çıkan John da, Lucy ile derin bir bağ kurmaktan uzak kalıyor. Karakterlerin aşk, din, ilgi alanları veya geçmişleri hakkında neredeyse hiçbir şey öğrenemiyoruz. İlişkilerin fiziksel yönü de yok sayılıyor ve bu da karakterlerin derin duygusal motivasyonlarını anlamamızı güçleştiriyor.
Materialists, romantizm ve değer kavramını sürekli olarak seyircinin kafasına vuran bir tavırla ilerliyor. Senaryo, ironik ve entelektüel anlam arayışı içinde kendini zorlayarak, filmin ilk yarısını Lucy’nin Harry ile flört ettiği, John’un ise uzaktan üzgün gözlerle izlediği bir ortamda geçiriyor. Evans ve Pascal’ın karakterleri birbirinin karşıtı olarak tasarlanmış olsa da, Song üç yıldızını da birbirlerine şaşırtıcı derecede benzeyen, düşük enerjili, aşırı bilinçli ifadelerle konuşturuyor. Bu yaklaşım, filmi sanki asıl karakter senaryoymuş gibi tek taraflı hale getiriyor. Üstelik sürekli paranın, rakamların, boyun konuşulduğu bir ortamda romantizmden ne kadar bahsedebiliriz? Kadınların ve erkeklerin randevuya çıkmak istedikleri kişilerde aradıkları kriterlerin bir çoğu abartı olsa da, düğün arifesinde eline karşılaması imkansız listeler tutuşturulmuş damatların dramınına ve benzeri sebeplerden son dakikada nikahtan dönen çiftlere sosyal medyada sık sık rastlıyoruz.
İkinci yarıda, Lucy müşterilerinden birinin, ona ayarladığı adam tarafından saldırıya uğradığını öğrendiğinde film ucuz ve yapay bir dramatik yola giriyor. Üstelik bu konu da o kadar üstünkörü işleniyor ki, ağırlığının altında seyirci olarak biz eziliyoruz. Lucy’nin romantik ikilemi, etik sorumluluk hissiyle sarsılıyor, ancak tamamen raydan çıkmıyor. Kurbanla bağlantı kurma çabaları, filmin çözüme kavuşturmadığı, kendine hizmet eden eylemler olarak kalıyor. Güya Lucy böylece, kişisel ve romantik aydınlanmasına giden yolu kolaylaştıran bir ahlaki çıkış noktası buluyor. Buna inanmamız isteniyor. Lucy’nin romantik komediye ait ikilemi, hayallerimizi yaşarken bastırdığımız tehlikeleri gösteren sarsıcı bir temayla paralel gidiyor. Ancak Materialists, bu karanlık alt hikayeyi son bölümde bastırıp fanteziye geri dönüyor. "Materialists"in ilk yarısı, modern klasiklerle bağlantı kurabilecek düzeyde diyalog zenginliğine sahip olsa da, filmin ikinci yarısında ortaya çıkan cinsel saldırı hikâyesi, filmi dramaturjik bir mekanizmaya dönüştürerek, karakterlerin derinliklerini ortaya çıkarabilecek fırsatları kaçırıyor.
Romantik komedinin cinsiyet ve sınıf temalarını abartmanın yanı sıra, günümüzün acı gerçeklerini, tematik önem elde etmek için türe dayatmak bambaşka bir sorun yaratıyor. Materialists, finale giden yoldaki şiddet eylemini neredeyse rastgele bir detay haline getirerek, bir kadının kuşkuculuğu bırakıp romantizme yönelmesini basmakalıp biçimde sunan bir filme dönüşüyor.