Hesabım
    NR. 24
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    NR. 24

    Zihninin çekmeceleri arasında gezinirken…

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    "Nr. 24" yönetmen John Andreas Andersen'in İkinci Dünya Savaşı sırasında Norveç direnişinin önde gelen isimlerinden Gunnar Sønsteby'nin hayatını beyaz perdeye taşıdığı, yani gerçek bir yaşanmışlıktan hareket eden, etkileyici bir yapım. Film, Nazi işgali altındaki bir ulusun öz savunma mücadelesini ve bu direnişin başındaki liderin psikolojisini ustalıkla işlerken seyirciyi de muhtemelen yabancısı olduğu tarihin karanlık sayfalarına doğru çetin bir yolculuğa çıkarmayı hedefliyor.

    Hikâye, genç Gunnar Sønsteby'nin (Sjur Vatne Brean) 1940'ta Nazi Almanyası'nın Norveç'i işgali ile başlayan direniş serüvenini anlatıyor; fakat John Andreas Andersen bu hikayeyi dış bir çerçeve öykü ile çeperlendirmiş. Film, öncelikle ileri yaşına rağmen dinçliğini koruyan bir adamın kendisinden en az iki jenerasyon genç bir kitle ile yaptığı söyleşiden sahneler ile açılışını yapıyor. Andersen bizi de seyirciler olarak yaşlı ve ‘bilge’ Sønsteby’i (Erik Hivju) dinleyen genç dimağların arasına konumlandırıyor adeta; bazen de kürsü tarafına çıkartmaktan geri durmuyor. Şüphesiz ki bu çift taraflı yönetmenlik tercihi sayesinde, dinlediğimiz ulusal kahraman/protagonist ile özdeşliğimiz de artıyor. Yaşlı Sønsteby’nin geriye dönüşlerle anlattığı anılar üzerinden de, dönemin öyküsünü etap etap öğreniyoruz.

    Filmin ana öyküsüne dönecek olursak, genç Gunner Sønsteby, 1940’ta bir anda yaşanan Nazi işgalinin getirdiği baskı ve zulme karşı koymak için elinden geleni yapar: Önce silahlı direnişe, ardından yeraltı direniş hareketine katılır ve kısa sürede "Nr. 24" kod adıyla tanınan bir casus ve sabotajcı olarak ün kazanır. İşine öyle sadık ve operasyonlarında öyle başarılıdır ki önce kendisi sonra da ailesi Norveç’teki Nazi mensuplarının birincil hedefi olur. İşgale karşı direnişi hayatının en ön safhasına koyan Sønsteby, her olayda demir gibi bir psikoloji ve müthiş bir soğukkanlılıkla hareket eder. İşte yönetmen Andersen’in öyküyü derinleştirdiği nokta, tam da baş kahramanının bu psikolojik derinliği ile gerçekleşiyor.

    Filmin açılış alıntısında da belirttiği üzere, Gunner Sønsteby’nin zihnin çekmeceleri var ve 5. çekmece 8 Mayıs 1945’te yani Naziler teslim olup da işgal bittiğinde tamamen kapanıyor; 5 yıllık süreçte yaşanan her şeyin duygusal yükü - ve sırları- bir anlamda bu adam için mühürleniyor. Çünkü yaptıklarının, mesul ve şahit olduklarının psikolojik ağırlığının altından normal bir insan gibi kalkıp hayatının geri kalan 70 yılına devam etmesi aksi halde olası değil gibi…

    94 yaşında hayata gözlerini yuman Sønsteby’nin ileri yaşına rağmen verdiği konferanslarda Z kuşağı olarak etiketlenebilecek gençler ile iletişim kurmaya çalışması ve bir savaş casusu olarak kendisinden öte, savaş zamanının ruhunu yeni nesil Norveçlilere aktarmak istemesi de hikayesinin en dış katmanı. Konferansta bir soru-cevap sekansında yaşanan gerginlik ve sessizlik yüzlerce kelimeye bedel adeta. Sønsteby kendi yaşanmışlığında %100 haklı belki; ama, bunu karşı tarafı küçümsemeden aksettirmeyi becerecek kadar da marifetli bir zihin.

    Sønsteby'nin savaşın getirdiği ahlaki ikilemlerle yüzleşmesi ve bu süreçte yaşadığı psikolojik dönüşüm, filmin en güçlü yanlarından biri olarak öne çıkarken, genç kahramanı canlandırann Sjur Vatne Brean’ın performansı bu başarıda oldukça etkili.

    Andersen öyküsünü bu biçimde şekillendirirken daha önce Kuzey (2009) filminde beraber çalıştığı senarist Erlend Loe’un senaryosunu beyazperdeye aktarıyor. Bu bağlamda, başarılı bir iş birliği diyebiliriz pekala. Filmin 111 dakikalık süresi özellikle savaş dönemi sahneleri düşünüldüğünde su gibi akıyor. Pek tabii Nazilere karşı nefret ve ülkesini savunmaya çalışan Norveç milliyetçilerine yönelik de sempati ile doluyor seyircinin yüreği…

    Öte yandan yönetmen John Andreas Andersen, görüntü yönetmenliğinden gelen tecrübesini de konuşturmaktan geri kalmıyor. Filmin dönem çizgisi ile günümüz arasında sert bir karşıtlıkla kurulan renk paletinin yanı sıra ışık ve müzik gibi öğelerin de dramatik kullanımı bu biyografik filmin anlatısını güçlendiriyor.

    Fakat filmin düşündürücü noktalarından biri halk tabanlı Norveç’in direnişinin tek boyutluluğu ve neredeyse yalnız bırakılmışlığı. Dönemin Norveç kralı ve hükümeti işgal sonrası İngiltere'ye kaçarak sığınıyorlar. Aslında savaş başlangıcında tarafsızlığını ilan eden Norveç, bu statüsünü korumaya çalışsa da Nazilere karşı eli kolu bağlı kalıyor. Filmin bu noktadaki tarihsel arka planı çok zayıf. Norveç’in kendi silahlı ordusu nerede, neden yok; kral ve hükümet neden İngiltere’de? Halk direnişine silahları ve istihbaratı kim nereden sağlıyor? Direnişe bir İngiliz desteği var ama bu çok silik biçimde resmediliyor. Bu sorulara karşılık senaryo seyircinin önüne kendi ulusuna ihanet etmiş ve Nazi saflarına geçmiş Norveçli askerleri ve komutanları koymayı tercih ediyor. Nihayetinde meraklı seyirci daha fazlası için Vikipedi sayfalarında gezinecek olsa da, coğrafi ve kültürel olarak konuya uzak izleyenler için kısa bir arka plan verisi iyi olabilirdi…

    Uzun lafın kısası "Nr. 24" filmi, oldubitti ile işgal edilen bir ulusun özgürlük mücadelesini ve savaşın bireyler üzerindeki etkisini anlatırken, aynı zamanda direnişin ne denli karmaşık ve çok boyutlu bir süreç olduğunu da gözler önüne seriyor. Yönetmen John Andreas Andersen tarihsel arka planı biraz törpülenmiş bu hikayede, Sønsteby’nin zihinsel ve duygusal dayanıklılığını ele alırken, direnişin yine bireyler açısından karmaşıklığına dem vuruyor. Norveç’in II. Dünya Savaşı tarihi açısından biraz daha detaya ihtiyaç duysa da film, görsel dildeki yetkinliği, genç Sønsteby’yi canlandıran Sjur Vatne Brean’ın performansı ve dönemin ruhunu yansıtması ile öne çıkıyor. İşgale uğrayan halklar açısından evrensel bir özgürlük mücadelesi olarak izleyiciye anlamlı bir sinema deneyimi sunan "Nr. 24" Ocak 2025 itibariyle Netflix kataloğunda izlenebilir.

    Duygu KOCABAYLIOĞLU

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top