Hesabım
    Kaynak
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Kaynak

    <b>Kaynak</b>’ına İnmek Zor Olsa da...

    Yazar: Zeren Somunkıran

    Son yıllarda tiyatro ve edebiyat dünyasında beni etkileyen iki önemli çalışmanın da odaklandıkları konu ortaktı: insanoğlunun ölümsüzlük arayışı... Berkun Oya’nın yazıp yönettiği Devlet Tiyatroları’nda gösterilen Yangın Duası ve Amerikalı yazar Tom Robbins’in 1984 tarihli romanı Parfümün Dansı, farklı açılardan da olsa aynı konuyu ele alıyorlardı.

    Parfümün Dansı’nı ilginç kılan, ölümsüzlüğü, matematiksel formüllerle biyoloji laboratuvarlarında arayan bilim dünyasında değil, bizzat hayatın kendisinde, aşkta, sevgide, kahkahada, neşede ve mizahta arıyor olması idi. Yangın Duası’nda ise çok aranan o ölümsüzlük bulunmuştu. Fakat bu kadar çok istenen/arzulanan ölümsüzlüğün, dünyayı nasıl bir hapishaneye dönüştürdüğünü ve insanların ne yaparsa yapsınlar bir türlü ölememe duygusu ile bin yıllar boyunca süren bir zamansızlığın içinde nasıl kıvranacaklarını izlemek, gerçekten tüyler ürperticiydi.

    Pi ve Requiem for a Dream’in başarısından sonra, aşk ve ölümsüzlük üzerine bir film çektiğini duyduğum günden beri, Darren Aronofsky’nin bu bitmeyen senfoniyi ne şekilde ele alacağını merakla beklememek elde değildi. Bu konuda, tiyatro ve edebiyattan sonra sinemada da Darren Aronofsky kamerasından bir başyapıtla karşılaşabileceğimiz düşüncesi gerçekten heyecan verici idi. Durumu bu kadar özel yapansa yönetmenin böyle bir başyapıtı çıkarma potansiyeline sahip olmasıydı aslında.

    Türkiye’de vizyona girmesi oldukça geciken Kaynak’ın,yönetmenin takipçilerini meraklandırdığı bir gerçek. O merak edenlerden biri olan bu satırların yazarınınsa filmi izledikten sonra, filmi izlemeden önceki o ’merak’ haline geri dönmek istediğini söyleyebilirim. Bu filmi merak etmek, izlemekten daha keyifli idi benim için.

    Aşkını yaşatabilmek uğruna, ölüme karşı savaş veren aynı erkeğin, 16. yüzyılda, günümüzde ve 26. yüzyıldaki farklı zaman hallerinin paralel bir anlatımı olarak ilerliyor film. Başarılı bir bilim adamı olan Tommy, karısının kansere yakalanması sonucu hastalığın çaresini bularak sevdiği kadını ölüme teslim etmemek için deney laboratuvarlarında amansız bir savaş verir. Ölümü, kocası kadar sorun etmeyen İzzi içinse yaşam, sadece bulunduğumuz dünya ile sınırlı değildir; kendince ölümden sonra yaşamanın yollarına inanmıştır. Hayatının bu son dönemlerinde yazdığı The Fountain isimli kitapta, 16. yüzyıl İspanya’sında, yine aşk ve ölümsüzlük üzerine bir konu anlatmaktadır. Kraliçe’yi ve İspanya’yı kurtarmak için ölümsüzlüğün kaynağı Hayat Ağacı’nı bulmaya yollara dökülen Thomas, Hugh Jackman’ın canladırdığı ikinci karakter olarak bu kitapta karşımıza çıkar. Son olaraksa 26. yüzyılda, yine hayatın ve ölümsüzlüğün sırrı üzerine düşünen astronot Tom ile tanışırız.

    Hikayeleri birbirlerinden bağımsız olarak değil de, birbiri içinde anlatmayı tercih eden Aronofsky, konuyu oturtabilmek ve sürükleyiciliği sağlayabilmek için doğru bir tercih yapmış gibi görünüyor. Bu sayede, üç farklı hikayenin de birbirleri ile olan ortak noktalarını ve geçişleri yakalamak çok zor değil. Özellikle Thomas ve Tommy’nin, diğer bir deyişle 16. yüzyıl ile günümüz arasındaki geçişlerin ve genel olarak filmin görsel büyüleyiciliğinin çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz.

    Ama diğer bir yandan, böylesi etkileyici bir görsel malzemenin altını doldurabilecek denli sağlam bir içerikten yoksun kalıyor film. Hayat Ağacı’nın Mayalara kadar dayanan eski ve sırlarla dolu gizemi; Tommy’nin, karısını hayatta tutabilmek için girdiği mücadele, astronot Tom’un hayatın sırrını aradığı ruhsal gezintisi... Bütün bunların hepsi havada kalıyor ve yeterince derine inemiyor.

    Darren Aronofsky sanki anlatmak istediğini kendi içinde o kadar özümsemiş ve anlamış ki, aklındakileri perdeye aktarırken konu, izleyiciler için de onun için olduğu kadar net ve açıkmış gibi ketum davranmış. İzleyicinin de filmi kendisi kadar bildiğini düşünürcesine, simgeler ve basit tarihi açıklamaların herşeyi ortaya koyabilmede yeter olduğuna inanmış gibi. Filmin çalışmalarının 2002 yılında başladığını düşünürsek gerçekten uzun bir zamandır yönetmenin bu filmle ilgili çalıştığını varsayabiliriz. Ama sanki bu kadar uzun zamandır film üzerinde çalışmak ve düşünmek, yönetmenin aklını çok fazla karıştırmış. Mayaların hayatın anlamını sunan o ’müthiş’ sırrını, sadece bir iki cümlelik bir açıklama ile öğrenince kendisini tehlikeli yollara atan Tomas’ın adanmışlığı, hiç de inandırıcı gelmiyor örneğin. Yıllardır tam tersine inanırken söylenen tek bir sözle bambaşka bir şeye inanmaya başlamak gibi inandırıcılıktan yoksun...

    Filmin su götürmez en önemli artısının Hugh Jackman olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Nam-ı diyar Wolverine, gerçekten çok başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Bazı sahnelerde, herşey bir yana sadece kendisini izlettirdiğini söylemek gerek. Aronofsky’nin ilk olarak bu film için oynatmayı istediği Brad Pitt ve Cate Blanchett’in, Babil’de çok etkileyici bulduğum ama kısalığının kesinlikle beni kesmediği birlikteliklerinin bu filme de çok yakışacağını düşünsem de, Hugh Jackman/Rachel Weisz ikilisinin de başarılı olduklarını söylemek gerek.

    En az Pi kadar karmaşık olabilen ama hikaye altyapısı kesinlikle Pi kadar derinlikli olmayan Kaynak, herşeye rağmen Darren Aronofsky imzası nedeni ile ilgiyi hak ediyor. Ama yine de siz siz olun, Hayat Ağacı’nı ve dolayısı ile hayatın anlamını bu filmde aramaya çalışmayın.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top