Hesabım
    Münih
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Münih

    Apolitik Bir Terör Hikayesi

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Yaz aylarında Steven Spielberg'i Dünyalar Savaşı ile konuk etmiştik. Günümüze de rahatlıkla uyarlanabilecek 19. yüzyılda yazılmış bir sistem eleştirisini bir aksiyon filmine dönüştürmüş, kitabın esas amacı olan eleştiri kısmını da sadece birkaç sahne ve birkaç sözle geçiştirivermişti. Fakat hakkını yememek gerekir ki bu sahneleri görselleştirirken son derece başarılı bir iş çıkarmıştı.

    Şimdi ise karşımıza önceki yıllarda Schindler'in Listesi'nde olduğu gibi son derece gerçek ve kişisel bir öyküyle çıkıyor. Nazilerin II. Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yaptığı zulmü anlatırken filmi izleyenlerin neredeyse tamamının kimden yana olduğunu tahmin etmek zor değil. Filmlerindeki eleştirel ayrıntıları sadece bir iki sahne ile geçiştirmeyi seven bir yönetmen için böyle bir hikayeyi beyazperdeye taşımak da oldukça kolay. Fakat Münih için aynı şeyi söylemek pek de mümkün değil. Bu sebeple Spielberg gibi politik konularda fikrini belli etmekten hoşlanmayan bir yönetmenden beklenebilecek en belirgin hareket tarafsızlığı seçmesi.

    Bununla beraber Spielberg'in, Amerika'da doğmuş bir Yahudi olarak tarafsızlığı seçmeye de gönlünün razı olmayacağı aklımıza geliyor. Ve tahmin ediyoruz ki anlatmak istediği sorunu globalleştirecek Spielberg, olan biten her şeyi tüm insanlığa, insani içgüdülere mal edecek. Bu terörizmle kaynayan dünyanın içinde insanı insan yapanın ne olduğunu sorgulayacak. Tahminlerimizde yanılmıyoruz. Anlıyoruz ki insan elini bir kere korkak alıştırmaya görsün, bir türlü vazgeçemiyor bu musibetten.

    Dediğimiz gibi Spielberg, böylesine politik bir olayın sebeplerine veya sonuçlarına fazla değinmiyor. İki ülke arasındaki çatışmanın ayrıntılarına fazla girmeden, bu atmosferde bireyin ve insanlığın yerini sorguluyor film boyunca. İnsanı bir kişiye, bir dine veya bir toprak parçasına gönülden bağlanmaya itenin iç güdüleri olduğunu söylemek istiyor. Aynı şekilde bağlandığını korurken de iç güdülerine yenik düşüyor insan ve kazandığını korumak uğruna gözleri hiçbir şey görmeksizin hareket ediyor. Bu sebeple de Spielberg'in söylemiyle bir aileyi, bir dini veya ana vatanını korumak uğruna yapılanlar temelde birbirlerine eş olabiliyorlar. Filmin içinde söylenmek istenen esas önemli nokta ise bu söylemin dünyanın her yerindeki insanlar için geçerli olduğu.

    Bunu söylerken yüzeyde Spielberg'in, suya sabuna dokunmadan, ne kahramanlar ne de teröristler yaratarak zorlu bir görevi başardığı iddia edilebilirse de filmin içinde fazla göze batmadan belirli bir taraf yaratan bir durum var aslında. Biz film boyunca başta Avner olmak üzere İsrailli dört erkeğin peşinden gidiyoruz. Bu karakterlerin her biri hakkında uzun uzun bilgi ediniyoruz. Avner'in annesini, karısını tanıyor, hatta çocuğunun doğumuna bile tanık oluyoruz. Bu yüzden de onları yaptıkları işe rağmen daha insancıl olarak algılıyoruz. Filistinli karakterlerin ise özel yaşamları veya kişilikleri ile ilgili bir fikir edinemiyoruz, onları sadece fotoğraflarından tanıyoruz ve sadece bir tanesini kızıyla görme fırsatına sahip oluyoruz. Gördüğümüz sahnede de Mossad ajanlarımızın insancıl tarafını vurgulayan bir olay örgüsünün içinde buluyoruz kendimizi. Bu yüzden film zaten hikayesi gereği belirli bir tarafa hizmet ediyor aslında.

    Spielberg'in aman taraf tutmayayım, her şeyi bir dünya, bir insanlık meselesi haline getireyim çabası da film boyunca bize yönetmenin kendi görüşünü belli etmek istemediğini hissettiriyor. Bu his hoşumuza gitmiyor ve diyoruz ki yine esas eleştiri kısmını sadece birkaç sahne ve birkaç sözle geçiştirivermiş Spielberg.

    Filmin oyuncu kadrosuna baktığımız anda da konunun işlenişine hakim olan global ruh halini hissediyoruz aslında. Avustralyalı Eric Bana, İngiliz Daniel Craig, Fransız Mathieu Kassovitz ve İrlandalı Ciarán Hinds filmin ana oyuncu kadrosunu oluşturuyorlar. Hatta bir ara Koş Lola Koş (1998)'in Manni'si Alman Moritz Bleibtreu bile karşımıza çıkıyor. Steven Spielberg, değişik ülkelerin yapımlarından gözümüzün aşina olduğu tüm iyi oyuncuları filminin içine yerleştiriyor. Oyuncuların bir bütün halinde filme nasıl hizmet ettiklerini bırakırsak her biri teker teker başarılı performanslar sergiliyor. Fakat üzerlerinde yönetmenin etkisini sürekli hissetmemek mümkün değil.

    Ve bu da bize belki de Spielberg oyuncularını özgür bırakmaktan hoşlanmayan bir yönetmen diye düşündürtüyor. Biraz daha özgür bıraksaydı karakterler kendileri başlarına daha çok sivrilebilen, daha güçlü ve daha özellikli hale gelebilirlerdi diyoruz.

    Yine popüler bir yapıma imza atıyor Steven Spielberg. Aksiyonuyla, heyecanıyla, görsel başarısıyla alkışı hak ettiği bir gerçek "Münich"in. Bununla beraber gerçekten yaşanmış bir olayı anlatıp, seyircilere ibret vermek için biraz fazla apolitik, fazla tarafsız ve fazla kaçamak bir yapım.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top