Hesabım
    Yüzündeki Sır
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Yüzündeki Sır

    Aşk, küllerinden yeniden doğabilir mi?

    Yazar: Alper Turgut

    Adına ister Phoenix deyin, ister Anka, dilerseniz de Simurg, hiç fark etmez. Kendi küllerinden yeniden hayat bulan, efsanevi ve mucizevi bir ölümsüz kuştur o, bilge ağacında yuva kuran, hem cehennemi, hem de cenneti yaşayan… Dönüşümü ve arınmayı betimler Zümrüdü Anka, yeni bir hayatı anlatır, yeniden doğuşu, içsel bir yolculuğu, acılara rağmen, tekrar yaşama tutunuşu, ne olursa olsun, hep geri gelebilmeyi, dönebilmeyi… Ve zarafeti, sadakati, hakkaniyeti de… Yusuf Hayaloğlu; “'Yeryüzündeki acıların, hepsini, hepsini tattım! Heder oldum, ekmeğime tütün kattım! Beni milyon kere yaktılar üst üste. Bir Anka kuşu gibi anne, kendimi külümden yarattım…” der ya, işte öyle bir film, Yüzündeki Sır (Phoenix).

    Nazilerin toplama kampından, paramparça bir yüzle kurtulan kahramanımız Nelly, yeni bir suret ile gündelik hayata yeniden döner. Sonsuz kez, ölme nedeni varken, canından çok sevdiği kocası Johnny yüzünden, azmeder, direnir, yitip gitmemeyi bilir, sevda onun, biricik sebebi olur. Evet, aşk, bir kadını, Anka kuşuna çevirmiştir. Kadim dostu Lene ile birlikte, savaşın ardından harabeye çevrilen Berlin’de, kendine benzemeye çabalar. Büyük yıkımları göğüslemek, herkesin harcı değildir, kiminin nefesi erken tükenir, ölmek, bazen yaşamaktan daha kolay bir seçenek gibi gelebilir. Çünkü yaşamak direnmektir. Her neyse… Bizim Nelly, kocasını, arar ve bulur, en nihayetinde… Ancak, adam, onu tanımaz ve hatta, insafsız ve vicdansız planına katmayı fısıldar. İnsan, karısının yüzü değişse de, tanımaz mı, ellerinden, gözlerinden, sesinden, hareketlerinden, yazısından, soluk alışından, kokusundan… Aşk tükenmemişse şayet, tanır be dostum, sevda varsa, umut da vardır. Ya yoksa… Hani bir başkası olsa, öldürmeyi bile dener, sen ise yeniden denemeyi ve belki affetmeyi… Küllenmişse aşk, küllerinden doğana yazık değil midir?

    Film, ihaneti de, büyük sevgiyi de, çıkarcılığı da, dostluğu da, maddiyatı da, maneviyatı da kendince, dillendiriyor, ağır ağır ilerleyerek, tempoya ve ritme değil, oyunculuk performanslarına (Nina Hoss ve Ronald Zehrfeld, her ikisi de çok iyi), ‘film noir’ atmosferine, çarpıcı ve akılda kalıcı finaline güvenerek… Alman yönetmen Christian Petzold, kadınlara dair filmleriyle, çıtayı yükseltmeyi sürdürüyor. Daha fazla kelam etmek, yakışık almaz. Sürpriz sonu, bozmamak adına, elbette…

    Yaz aylarının, vasat yerli ve yabancı yapımları arasında, ışıl ışıl parıldayan ve sadece gözü almayan, gönlü de alan bir film bu, çünkü karanlıkta, Zümrüdü Anka, kendini yine yakmakta…

    Son sözü Edip Cansever’e bırakalım; “Akşam geri verince bana gözlerimi, şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da, bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini, bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa, dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi, ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin, bir gülümseme gibi bulacağım kendimi…”

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top